NEBİ VE RASÛLLERİN GÜNAHTAN KORUNMUŞ
Ben, akîde konusunda sormak istiyorum.Nebi ve rasûllerdenn de günahların
meydana gelebildiğine ve onların mâs m (günahsız) olmadıklarına îmân etmek, bizim
inancımızdan (îmân etmemiz gereken hususlardan) mıdır?
Cevap:
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Nebi ve rasûller, insanlar içerisinde seçkin kimselerdir.
Nebi ve rasûller, Allah Teâlâ katında yaratılmışların en kıymetlisidirler.
Allah Teâlâ onları, insanlara lâ ilahe illallah dâvetini tebliğ etmek için seçmiştir.
Allah Teâlâ, nebi ve rasûller, hükümlerini insanlara tebliğ etmeleri konusunda
kendisi ile insanlar arasında bir aracı kılmıştır.
Nebi ve rasûller, Allah Teâlâ'dan kendilerine gelen emirleri ve yasakları tebliğ
etmekle emrolunmuşlardır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"İşte onlar, kendilerine (Suhuf, Tevrât, Zebûr ve İncil gibi) kitap, hikmet (bu kitapları
anlama) ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.(Ey Peygamber!) Şimdi o müşrikler bunu
(bu Kur'an'ın âyetlerini) inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyip ona îmân eden bir
topluluk (Muhâcir ve Ensar'ı) görevlendirdik."1
Nebi ve rasûllerin görevleri, beşer olmalarına rağmen Allah Teâlâ'dan kendilerine
gelen emir ve yasakları tebliğ etmektir. Bunun içindir ki nebi ve rasûller, ismet (günahtan
korunmuş olma) ile ilgili olarak iki durumdadırlar:
1 En'am Sûresi: 89.
4
1. Allah Teâlâ'nın dînini tebliğ konusunda günahtan korunmuş olmaları
2. Beşerî hatalardan korunmuş olmaları.
Birincisi: Allah Teâlâ'nın dînini tebliğ konusunda günahtan korunmuş olmaları.
Allah Teâlâ'nın dînini tebliğ konusunda günahtan korunmuş olmalarına gelince, hiç
şüphesiz ki nebi ve rasûllerler -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- bu konuda
mâsumdurlar.
Nebi ve rasûllerler, Allah Teâlâ'nın kendilerine vahyettiği hiçbir şeyi gizlemezler. O
vahye kendi yanlarından bir şeyler de ilâve etmezler.
Nitekim Allah Teâlâ, bu konuda Peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'e şöyle buyurmuştur:
"Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni (vahyi) tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan (vahyi
gizlersen), O'nun risâletini (elçilik görevini) yerine getirmemiş olursun. Allah seni, insanlar
(düşmanların)dan koruyacaktır.Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez (onları doğru yolu
bulmaya muvaffak kılmaz)."1
Yine şöyle buyurmuştur:
"Eğer o (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-), bizim adımıza birtakım sözler
uydursaydı, onu sağ elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik. Sizden kimse
de buna (azabımıza) engel olamazdı."2
1 Mâide Sûresi: 67.
2 Hâkka Sûresi: 44-47.
5
Yine şöyle buyurmuştur:
"O (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-), vahiy hususunda cimri davranan,
(vahyi sizden esirgeyen) bir kimse değildir."1
Değerli âlim Abdurrahman b. Nâsır es-Sa'dî -Allah ondan râzı olsun- bu âyetin tefsiri
hakkında şöyle demiştir:
"O (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-) Allah Teâlâ'nın kendisine vahyettiği
konusunda cimri değildir ki vahyin bazısını gizlesin.Aksine o -sallallahu aleyhi ve sellem-,
Gökte ve yerde bulunanların emînidir. O ki Rabbinin risâletlerini, apaçık bir şekilde tebliğ
etmiştir.O -sallallahu aleyhi ve sellem-, zengin olsun, fakir olsun, yöneten olsun, yönetilen
olsun,erkek olsun, kadın olsun, şehirli olsun, bedevî olsun, hiç kimseden yüz çevirmemiştir.
Bunun içindir ki Allah Teâlâ onu okuma-yazma bilmeyen câhil bir topluluğa göndermiştir.
Nitekim bu câhil topluluğun hepsi, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- vefât
etmeden önce ilimde zirveye çıkan birer Rabbânî âlimler haline gelmişlerdir."
Bu sebeple Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, Rabbinin dînini ve şeriatını
tebliğ etme konusunda, büyük olsun, küçük olsun, kesinlikle hiçbir şeyde hata etmez.
Aksine Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ tarafından korunmuştur.
Değerli âlim Abdulaziz b. Baz da -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:
"Bütün müslümanlar, nebi ve rasûllerin -Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine
olsun- özellikle de Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, Allah -azze ve celle-'den
gelen vahyi tebliğ ettikleri konusunda günahtan korunmuş olduklarında ittifak etmişlerdir.
"Kayan yıldıza yemin olsun. Arkadaşınız (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-),
(hidâyet ve hak yoldan) asla sapmadı (çıkmadı). O kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz.
1 Tekvîr Sûresi: 24.
6
O, (konuştuğu şeyler) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Onu,
kendisine pek güçlü ve kuvvetli olan melek (Cebrail) öğretmiştir."1
Bu sebeple Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, söz olsun, fiil olsun, takrir
olsun, Allah Teâlâ'dan tebliğ ettiği her şeyde mâsumdur. Bu, ilim ehli arasında tartışma
kabul etmeyen bir görüştür."2
İslâm ümmeti, rasûllerin risâlet görevini yüklenme ve üstlenme konusunda mâsum
olduklarında ittifak etmişlerdir.Onlar, -Allah Teâlâ'nın hükmünü ortadan kaldırdığı
(neshettiği) şeyler dışında- Allah Teâlâ'nın kendilerine vahyettiği hiçbir şeyi unutmazlar.
Nitekim Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e Kur'an'ı okutacağını
ve onu unutmayacağını garanti etmiştir.Fakat Allah Teâlâ ona unutturmak istediği şeyi
bunun dışında tutmuştur. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i onun göğsünde toplayacağını ona
garanti etmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"(Ey Peygamber!)Bundan böyle sana bu Kur’ân'ı okutacağız da sen unutmayacaksın.
Ancak (hikmeti gereği) Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O, (söz ve fiilden) açık ve gizli
olanı pek iyi bilir."3
Yine, Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz onu (vahyi) senin kalbinde toplamak ve onu sana okutmak bize âittir. O
halde biz onu okuduğumuzda, (Cebrail sana okuduğunda) sen de onun okunuşunu dinle
(Sonra Cebrail'in sana okuduğu gibi oku)."4
1 Necm Sûresi: 1-5.
2 Şeyh B. Baz Fetvâları, cilt: 6 sayfa: 371.
3 A'lâ Sûresi: 6-7.)
4 Kıyâmet Sûresi: 17-18.
7
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye de -Allah ondan râzı olsun- bu konuda şöyle demiştir:
"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin nübüvvetine (peygamberliğine) delâlet eden
âyetler (mucizeler), onların Allah -azze ve celle-'den haber verdikleri konularda mâsum
olduklarına delâlet etmiştir. Onların haber verdikleri şeyler, haktan başka bir şey değildir.
İşte, peygamberliğin anlamı budur. Peygamberlerin haber verdiği şeyler, Allah Teâlâ'nın
peygambere gaybtan haber verdiğini, peygamberin de insanlara gayptan haber verdiğini
rasûlün insanlararı dâvet etmeyi ve Rabbinin elçilik görevini onlara tebliğ etmeyi içerir."1
İkincisi: Nebi ve rasûllerin, birer insan oldukları ve onlardan hatalar vukû bulacağı
konusuna gelince, bunun halleri vardır:
1. Nebi ve rasûllerden büyük günahlar asla vukû bulmaz.
İster nebilik ve rasûllüklerinden önce olsun, isterse sonra olsun, nebi ve rasûllerden
asla büyük günahlar asla vukû bulmaz.
Nitekim Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ondan râzı olsun- bu konuda şöyle
demiştir:
"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan
mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür...
Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk
müslümanlardan, imamlardan, sahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe
mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir."2
2. Risâleti tebliğ etme ve vahiy ile ilgili olmayan şeyler:
Nebi ve rasûllerden veya onların bazılarından bazen küçük günahlar vukû bulabilir.
Bunun içindir ki ilim ehlinin çoğunluğu, nebi ve rasûllerin küçük günahlardan mâsum
olmadıkları görüşüne varmışlardır. Fakat nebi ve rasûllerden küçük günahlar vukû bulduğu
zaman, Allah Teâlâ onların bu küçük günahlarını onaylamamıştır. Aksine Allah Teâlâ onları
uyarmış, onlar da işledikleri küçük günahlarından hemen tevbe etmişlerdir.
Nebi ve rasûllerden küçük günahların vukû bulacağına ve Allah Teâlâ'nın bu
günahları onaylamadğına delil olarak Âdem -aleyhisselâm- hakkındaki kıssasıdır.
Nitekim Allah Teâlâ Âdem -aleyhisselâm- hakkında şöyle buyurmuştur:
1 Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 18, sayfa: 7.
2 Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319.
"Derken ikisi de (Âdem ve eşi Havvâ) o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine
edep yerleri kendilerine görününce, derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye
başladılar. Böylece Âdem Rabbine karşı geldi ve (Allah'ın kendisine ona yaklaşmasını
yasakladığı ağacın meyvesinden yemekle) yolunu şaşırdı.Sonra Rabbi onu seçti,tevbesini
kabul etti ve onu doğru yola yöneltti."1
Bu, Âdem -aleyhisselâm-'dan günahın vukû bulduğuna ve Âdem -aleyhisselâm-'ın
da o günahtan tevbe etmekle birlikte Allah Teâlâ'nın o günahı onaylamadığına delildir.
Allah Teâlâ, Musa -aleyhisselâm-'ın kıssası hakkında şöyle buyurmuştur:
"Musa, halkın habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi tarafından,
(kavminden) diğeri düşman (Firavun) tarafından olan iki adamı, birbiriyle kavga ederken
buldu.Kendi kavmin olanı, düşmana karşı ondan yardım istedi.Musa da ötekine bir yumruk
vurur vurmaz adamı öldürdü. Bunun üzerine: Bu, şeytanın işindendir, o, gerçekten (doğru
yoldan) saptırıcı, (insan için) apaçık bir düşmandır, dedi. Musa: Rabbim! Doğrusu ben
kendime zulmettim.Beni bağışla, dedi. Allah da onu bağışladı. Çünkü O çok bağışlayıcıdır,
çok merhametlidir."2
Musa -aleyhisselâm- günahını itiraf etmiş, Kıbtî'yi (Firavunun taraftarını) öldürdükten
sonra Allah Teâlâ'dan kendisini bağışlamasını istemiş, Allah Teâlâ da onun bu günahını
bağışlamıştı.
1 Tâhâ Sûresi: 121-122.
2 Kasas Sûresi: 15-16.
9
Allah Teâlâ, Dâvud -aleyhisselâm-'ın kıssası hakkında şöyle buyurmuştur:
"Dâvud: Andolsun ki (kardeşin) senin koyununu, kendi koyunlarına katmak istemekle
sana haksızlık etmiştir. Doğrusu malda ortak olanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler.
Ancak îmân edip de güzel davranışlarda bulunanlar müstesnâ (onlar böyle yapmazlar).
Onlar da o kadar azdır ki! Dâvud kendisini imtihan ettiğimizi anladı, Rabbinden mağfiret
dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi. Biz de bu davranışından
dolayı onu bağışladık.Şüphesiz ki (dünyada) onun bize yakın bir makamı ve (âhirette de)
ona güzel bir âkıbet vardır."1
Dâvud -aleyhisselâm-'ın günahı, ikinci hasmı (karşı tarafı) dinlemeden önce acele
ederek hüküm vermesiydi.
İşte bunlardan birisi de Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'dir.
Kur'an-ı Kerim'de zikredilen şu âyetlerde Rabbi Allah Teâlâ kendisini şöyle azarlamıştır:
"Ey Peygamber! Niçin eşlerini memnun etmek için kendini sıkıntıya sokup Allah’ın
sana helâl kıldığı şeyleri nefsine haram kılıyorsun? (Kendini onlardan mahrum
bırakıyorsun?) Bilirsin ki Allah (seni) çok bağışlayıcıdır, (sana) çok merhametlidir."2
Bu meşhur olay, bazı hanımlarıyla kendisi arasında idi.
Aynı şekilde Allah Teâlâ, Bedir savaşı esirleri hakkında Peygamber -sallallahu aleyhi
ve sellem-'i azarlamıştır.
1 Sâd Sûresi: 24-15.
2 Tahrim Sûresi: 1.
10
Nitekim Abdullah b. Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet
olunduğuna göre, o Ömer b. Hattab'dan -Allah ondan râzı olsun- şöyle nakleder:
"Bedir'de müşrikler esir alınınca, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ebû Bekir ve
Ömer'e:
-Bu esirler hakkında ne dersiniz? diye sordu.
Ebû Bekir:
-Ey Allah'ın peygamberi! Onlar bizim amca çocukları ve aynı aşiretin insanlarıdır.
Benim görüşüm, onlardan kurtuluş fidyesi alıp serbest bırakmandır.Böylece bu fidye
kâfirlere karşı bizim için bir güç ve kuvvet olur (onunla güçlenmiş oluruz). Belki Allah ileride
onlara müslüman olmayı nasip eder, dedi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bana:
-Ey Hattab’ın oğlu! Senin fikrin nedir? diye sordu.
(Ömer) dedim ki:
-Hayır, Allah'a yemîn ederim ki Ey Allah'ın elçisi! Ben, Ebû Bekir'in dediği görüşte
değilim (onun görüşüne katılmıyorum). Fakat benim görüşüm şudur:
-İzin verin onların boyunlarını vuralım.Akîl'i (kardeşi) Ali'ye bırak boynunu o vursun,
falancayı da bana -Ömer'in akrabası- bana bırak boynunu vurayım.Çünkü onlar, küfrün
(Mekke'li müşriklerin) liderleri ve ileri gelenleridir.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Ebu Bekir'in görüşünü
benimseyip güzel buldu, benim görüşümü güzel bulmadı. Ertesi gün geldiğimde bir de
baktım ki Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Ebû Bekir oturmuş ağlıyorlar. Bunun
üzerine dedim ki:
-Ey Allah'ın elçisi! Sen ve arkadaşın niçin ağladığınızı bana haber verir misiniz? Eğer
ağlanacak bir şey olduğunu görürsem ben de ağlayacağım, yok eğer ağlanacak bir şey
değil ise, sizinle birlikte (hiç olmazsa) ağlamaya çalışırım, dedim.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
-Ben, arkadaşlarının esirlerden kurtuluş fidyesi alınması yolunda bana sundukları
görüşe ağlıyorum. Onlara yapılacak azap bana şu ağaçtan -orada Allah'ın peygamberine
yakın olan bir ağaç vardı- daha yakın olarak gösterildi.
Bunun üzerine Allah -azze ve celle- şu âyetleri1 indirdi:
1 Enfâl Sûresi: 67-69.
12
"Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça, esirler edinip onları
fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez. (Ey müslümanlar!) Siz dünya dünyanın
geçici menfaatini istiyorsunuz.Oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah azizdir (güçlüdür),
hakîmdir (her işinde hikmet sahibidir). Eğer Allah’ın Levh-i Mahfuz'da yazdığı daha önceki
bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. (Ama
bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size helâl kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve
temiz olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının! Gerçekten Allah çok bağışlayıcı, çok
merhamet edicidir."1
Böylelikle Allah Teâlâ onlara ganimet mallarını helâl kılmıştır.
Bu hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbıyla istişâre ettikten
(onlara danıştıktan) sonra esirleri affetmeyi tercih etmesi, kendisinin bir ictihadı olduğu ve
bu konuda, Allah Teâlâ tarafından kendisine bir âyet indirilmeden önce açıkça
anlaşılmaktadır.
Yine, Allah Teâlâ, kıymetli sahâbî Abdullah İbn-i Ümmi Mektûm'un meşhur kıssasında
elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle azarlamıştır:
"Yanına görmeyen (âmâ) biri geldiği için yüzünü ekşitti ve sırtını döndü. (Ey
Peygamber!) Ne bilirsin, o belki de alacağı öğütle arınacaktı."2
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ondan râzı olsun- bu konuda şöyle demiştir:
"Âlimlerin çoğunluğundan nakledilen genel görüş, onlar (peygamberler) küçük
günahlardan mâsum (korunmuş) değillerdir ve Allah Teâlâ, bu küçük günahlardan dolayı
onları onaylamamıştır.Yine âlimlerin çoğunluğu, peygamberlerden küçük günahların vukû
bulmasının imkânsız olduğunu da söylemezler.Bu ümmette peygamberlerin tartışmasız
mâsum olduklarını söyleyen ve bunun için en büyük sözü söyleyen ilk tâife, Râfızîlerdir.
Zirâ onlar, peygamberlerden unutkanlık, yanılma ve tevil (yorum) yoluyla bile küçük
günahların vukû bulmayacağını söylemektedirler."3
1 Sahih-i Müslim, hadis no: 4588.
2 Abese Sûresi: 1-3.
3 Mecmûu'l-Fetâvâ, cilt: 4, sayfa: 320.
13
Bazı insanlar, bu gibi şeyleri önemli olduğunu sayarak buna delâlet eden Kur'an ve
sünnetin naslarını tevil yoluna giderek tahrif edebilirler. Fakat onları, nasları bu tevil etme
yoluna sevkeden şey, iki şüpheli durumdur:
1.Allah Teâlâ, peygamberlere ittibâ etmeyi (uymayı) ve onları örnek almayı (onların
yolundan gitmeyi) kullarına emretmiştir. Onlara ittibâ etmeyi emretmek ise, onlardan sâdır
olan her şeye ittibâ etmeyi gerektiren şey olmasını gerektirir. Onlardan sâdır olan her
davranış veya inanç, itaatir.Şayet Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in günaha
düşmesi câiz olsaydı, bir çelişki ve tezat meydana gelirdi. Çünkü bu durum, onu örnek
almak ve onun yolundan gitmekle emrolunduğumuz ve günah olması sebebiyle de o
günahı işlemekten yasaklandığımız için Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in düştüğü
bu günahta, o günaha ittibâ ve o günahı işlemeyi gerektirir.
Şayet işlenen günah, itaatle içiçe ve karışık olması sebebiyle insanlara açık olmayıp
gizli kalsaydı, bu şüphe doğru ve yerinde olurdu. Fakat Allah Teâlâ, peygamberlerini ikaz
etmiş, emrine aykırı olan şeyleri onlara açıklamış ve onları gecikmeden tevbe etmeye
muvaffak kılmıştır.
2. Günahlar,kemâle zıtlık teşkil eder ve bir noksanlık sayılır.Şayet günahlarla birlikte
tevbe olmasaydı, bu şüphe de doğru ve yerinde olurdu.Çünkü tevbe, günahları bağışlar.
Kemâl ile zıtlık teşkil etmez ve günah işledikten sonra tevbe eden kimse, bu hareketinden
(tevbe etmesinden) dolayı kınanmaz.Aksine kul, çoğu zaman tevbe ettikten sonra günaha
düşmesinden önceki durumundan daha hayırlı olur. Bilindiği gibi, günaha düşüp de
ardından hemen tevbe ve istiğfar etmeye çalışmayan hiçbir peygamber yoktur.Bu sebeple
Allah Teâlâ, peygamberlerin hiçbir günahını onaylamamıştır.Onlar, tevbe etmeyi de h,ç
geciktirmemişlerdir.Çünkü Allah Teâlâ onları bundan korumuştur.Peygamberler, tevbe
ettikten sonra günah işledikleri durumdan daha kâmil duruma gelmişlerdir.
Üçüncüsü: Nebi ve rasûllerin bazı dünya ile ilgili işlerde kasıt olmadan hata etmeleri.
Nebi ve rasûllerin dünya ile ilgili işlerde işledikleri hatalara gelince, onlar kâmil bir
akla, isâbetli bir görüşe ve derin bir bilgiye sahip olmalarına rağmen bu işlerde hata
edebilirler.Nitekim bazı ne rasûllerden bu gibi durumlar vukû bulmuştur.İşte onlardan birisi
de Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'dir. Bu da, tıp, ziraat ve buna
benzer hayatın değişik yönlerinde olmuştur.
Nitekim Râfi' b. Hadîc'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle
demiştir:
"Allah'ın peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine'ye geldiklerinde
Medineliler hurma ağaçlarını erkek ve dişi hurma çiçekleri ile aşılıyorlardı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara:
-Ne yapıyorsunuz? diye sordu.
Onlar:
-Biz bunu (eskiden beri) yapar dururuz, dediler.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-Umulur ki siz bunu yapmasaydınız daha hayırlı olurdu, diye buyurdu.
Bu söz üzerine onlar bu aşılama işini bıraktılar.Sonunda hurma ağaçları meyvelerini
silkip döktüler veya ağaçların hurmaları az mahsül verdi. Bu durumu Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem-'e zikrettiler. Bunun üzerine o:
-Ben ancak (sizin gibi) bir beşerim (insanım).Ben size dîninizden herhangi bir şeyi
emrettiğim zaman onu derhal alıp kabul edin. Size (teşri olmak üzere değil de dünya işleri
ile ilgili olarak) kendi görüşümden herhangi bir şey ile emredersem, şüphe yok ki ben de
ancak bir beşerim, buyurdu."1
Böylelikle Allah Teâlâ'nın peygamberlerinin vahiy konusunda mâsum oldukları açıkça
anlaşılmış olmaktadır.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in risâletini tebliğ etme konusunda asılsız
sözler söyleyip onu karalayan ve onun meşrû kıldığı hükümlerin -hâşâ- kendi şahsî
ictihadları olduğunu söyleyerek insanları şüpheye düşürenlerden sakınmamız gerekir.
1 Müslim, hadis no: 6127.
15
Halbuki Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında şöyle
buyurmuştur:
"O kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz.O,(konuştuğu şeyler) kendisine vahyedilen
vahiyden başka bir şey değildir."1
İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi'ne:
"Nebîler ve rasûller hatâ ederler mi? diye sorulmuş, komite bu soruya şu cevabı
vermiştir:
"Evet, nebîler ve rasûller hata ederler.Fakat Allah Teâlâ onların bu hatalarını
onaylamaz. Aksine onlara ve onların topluluklarına olan rahmetinden dolayı Allah Teâlâ
onlara yaptıkları hataları açıklar, onların zellelerini affeder, kendisinden bir lütûf ve rahmet
olarak onların tevbelerini kabul eder.Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
Nitekim bu soruda zikredilen konular hakkında Kur'an âyetlerini dikkatlice inceleyen bir
kimse bunu açıkça görür."2
Allah Teâlâ en iyi bilendir.
1 Necm Sûresi: 3-4.
2 İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi Fetvâları, cilt: 3, sayfa: 194.
16
Soru:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- hata etmiş midir?
Benim sorum, Rasûlulllah -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkındadır.Bazı müslümanlar,
Rasûlulllah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hatasız olduğunu söylüyorlar. Başka kimseler
ise, Rasûlulllah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hatasız olmadığını söylüyorlar. Ben şahsen
onun hatasız olmadığına inanıyorum. Çünkü o da bir insandır. Bu konuda Kur'an ve
sünnetten doğru olan görüşü bana haber verebilir misiniz?
Cevap:
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Birincisi:
Sorunuzda ( خَطَايَا ) "hatâyâ" kelimesini kullanmanız, büyük bir hatadır. Çünkü
خَطَايَا) ) "hatâyâ" kelimesi, ( خَطِيئَةٌ ) "hatîe" kelimesinin çoğuludur. (Hatîe ise; bilerek
işlenen günah demektir.) Bunun Rasûlulllah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den vukû bulması
ise, imkânsızdır. Sorunuzda hatâyâ kelimesi yerine (أخَطَا َ
ءٌ) "ahtâ" (hatalar) kelimesini
kullanmanız daha doğru olurdu ki (أخَطَا َ
ءٌ) "ahtâ", (خَطَأ
ٌ
( "hatâ" kelimesinin çoğulur.
Çünkü hata, istemeyerek olabilir. Ancak ( خَطِيئَةٌ ) hatîe, böyle değildir.
İkincisi:
خَطِيئَةٌ) ) Hatîe'ye (bilerek işlenen günaha) gelince, Muhammed -sallallahu aleyhi
ve sellem- de peygamberlerden birisidir. Onlar, elçilik göreviyle görevlendirildikten sonra
Allah Teâlâ'ya karşı gelmek amacıyla günah adına hiçbir şey işlememişlerdir. Bu,
müslümanların üzerinde ittifak ettikleri bir görüştür.Peygamberler, küçük günahlardan değil
de büyük günahlardan mâsumdurlar.
Nitekim Şeyhulisâm İbn-i Teymiyye -Allah ondan râzı olsun- bu konuda şöyle
demiştir:
"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan
mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür...
17
Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk
müslümanlardan, imamlardan, sahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe
mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir."1
Bu konu hakkında İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi'ne yöneltilen soru
şöyledir:
Soru:
Bazı insanlar ki bunlardan bir kesim de inkârcılardır. Onlar şöyle diyorlar:
Nebîler ve rasûller, hatâ edebilirler. Yani onlar da diğer insanlar gibi hatâ ederler.
Devamla şöyle diyorlar: Nitekim yapılan ilk hata; Âdem'in oğlu Kâbîl'in, kardeşi Hâbîl'i
öldürmesidir. Dâvûd -aleyhisselâm-, aralarında hüküm vermesi için kendisine gelen iki
melekten birincisini dinlemiş, ikincisinin davasını dinlemişti. Yunus -aleyhisselâm- ve
kendisini balığın yutması kıssası, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Zeyd b. Hârise
ile olan kıssası. Bu kimseler diyorlar ki: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in
söylemesi ve ortaya çıkarması gereken bir şeyi içinde gizlemişti.
Yine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in ashâbı ile olan kıssasında:
"Sizler, dünya ile ilgili işlerinizde daha iyi bilirsiniz" demesidir.
Bu kimseler yine şöyle diyoarlar:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu yönden hata etmiştir."
Yine, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in gözleri görmeyen (âmâ) sahâbî ile
olan kıssası hakkında şu âyetlerin indiğini söylemişlerdir:
"Yanına görmeyen (âmâ) biri geldiği için yüzünü ekşitti ve sırtını döndü. (Ey
Peygamber!) Ne bilirsin, o belki de alacağı öğütle arınacaktı."2
O halde nebîler ve rasûller gerçekten hata ederler mi? Bu günahkâr kimselere ne ile
cevap vermeliyiz?
1 Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319.
2 Abese Sûresi: 1-3.
18
Cevap:
"Evet, nebîler ve rasûller hatâ ederler. Fakat Allah Teâlâ onların bu hatalarını
onaylamaz. Aksine onlara ve onların topluluklarına olan rahmetinden dolayı Allah Teâlâ
onlara yaptıkları hataları açıklar, onların zellelerini affeder, kendisinden bir lütûf ve rahmet
olarak onların tevbelerini kabul eder.Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
Nitekim bu soruda zikredilen konular hakkında Kur'an âyetlerini dikkatlice inceleyen bir
kimse bunu açıkça görür. Âdem -aleyhisselâm-'ın iki oğlunun olayına gelince, ikisi de
peygamberlerden değillerdir.Bununla birlikte Allah Teâlâ, Kâbîl'in kardeşi Hâbîl'i
öldürmekle işlediği kötü amelini Kur'an'da açıklamıştır."1
Üçüncüsü:
Peygamberlikle görevlendirilmeden önceki durumlarına gelince, İslâm âlimleri, nebi
ve rasûllerden bazı küçük günahların sâdır olabileceğini, büyük günahların ve zinâ ve içki
içmek gibi insanı cehenneme götüren günahların onlardan sâdır olmayacağını, onların bu
büyük günahlardan mâsum (korunmuş) olduklarını söylemişlerdir.
- Peygamberlikle görevlendirildikten sonraki durumlarına gelince, bu konuda doğru
olan görüşe göre, onlardan küçük günahlar sâdır olabilir. Fakat Allah Teâlâ, onların bu
küçük günahlarını onaylamaz.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ondan râzı olsun- bu konuda şöyle demiştir:
"Âlimlerin çoğunluğundan nakledilen genel görüş, peygamberler küçük günahlardan
mâsum (korunmuş) değillerdir ve Allah Teâlâ, bu küçük günahlardan dolayı onları
onaylamamıştır.Yine âlimlerin çoğunluğu, peygamberlerden küçük günahların vukû
bulmasının imkânsız olduğunu da söylemezler. Bu ümmette peygamberlerin tartışmasız
mâsum olduklarını söyleyen ve bunun için büyük bir söz söyleyen ilk tâife, Râfızîlerdir. Zirâ
onlar, peygamberlerden unutkanlık, yanılma ve tevil yoluyla bile küçük günahların vukû
bulmayacağını söylemektedirler."2
- Nebi ve rasûller, Allah Teâlâ'nın dînini tebliğ konusunda günahtan korunmuşlardır.
Nitekim Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle
demiştir:
"Hiç şüphesiz peygamberlerin nübüvvetine (peygamberliğine) delâlet eden âyetler
(mucizeler),onların Allah -azze ve celle-'den haber verdikleri konularda mâsum olduklarına
1 Fetvâ Heyetini oluşturanlar: Aburrezzak Afîfî, Abdullah b. Ğudeyyân, Abdullah b. Kuûd. İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi
Fetvâları, cilt: 3, sayfa: 194, fetvâ numarası: 6290.
2 Mecmûu'l-Fetâvâ, cilt: 4, sayfa: 320.
19
delâlet etmiştir.Onların haber verdikleri şeyler, haktan başka bir şey değildir. İşte,
peygamberliğin anlamı budur. Peygamberlerin haber verdiği şeyler, Allah Teâlâ'nın
peygambere gaybtan haber verdiğini, peygamberin de insanlara gayptan haber verdiğini
rasûlün insanlararı dâvet etmeyi ve Rabbinin elçilik görevini onlara tebliğ etmeyi içerir."1
Dördüncüsü:
Bilmeden işledikleri hatalara gelince, bu yolludur:
-Dünya ile ilgili işlerde hata etmeleri.
Bu hata vukû bulabilir. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den bu hatâ
vukû bulmuştur. O -sallallahu aleyhi ve sellem-, ziraat, tıb, marangozluk ve buna benzer
dünya ile ilgili işlerde diğer insanlar gibidir. Çünkü Allah Teâlâ, peygamber gönderirken:
"Ben, size tüccâr veya çiftçi veya marangoz veya doktor gönderdim", dememiştir. Bu gibi
dünya ile ilgili işlerde hatâ etmesi, insanın fıtratındandır. Dolayısıyla bu hatâ, Rasûlullah -
sallallahu aleyhi ve sellem-'in risâletine (elçilik görevine) bir kusur ve leke getirmez.
Nitekim Râfi' b. Hadîc'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle
demiştir:
"Allah'ın peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- Medine'ye geldiklerinde
Medineliler hurma ağaçlarını erkek ve dişi hurma çiçekleri ile aşılıyorlardı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara:
-Ne yapıyorsunuz? diye sordu.
Onlar:
1 Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 18, sayfa: 7.
20
-Biz bunu (eskiden beri) yapar dururuz, dediler.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
-Umulur ki siz bunu yapmasaydınız daha hayırlı olurdu, diye buyurdu.
Bu söz üzerine onlar bu aşılama işini bıraktılar.Sonunda hurma ağaçları meyvelerini
silkip döktüler veya ağaçların hurmaları az mahsül verdi. Bu durumu Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem-'e zikrettiler. Bunun üzerine o:
-Ben ancak (sizin gibi) bir beşerim (insanım).Ben size dîninizden herhangi bir şeyi
emrettiğim zaman onu derhal alıp kabul edin. Size (teşri olmak üzere değil de dünya işleri
ile ilgili olarak) kendi görüşümden herhangi bir şey ile emredersem, şüphe yok ki ben de
ancak bir beşerim, buyurdu."1
Gördüğümüz gibi Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dünya ile ilgili bu şeyde
hatâ etmiştir. Çünkü o -sallallahu aleyhi ve sellem-, diğer insanlar gibidir. Fakat o, dîn ile
ilgili şeylerde bilerek hatâ yapmaz.
Dîn ile ilgili şeylerde bilmeden yapılan hatâya gelince, bu konuda âlimlerin tercih
olunan görüşüne göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'den bunun gibi hatâ vukû
bulabilir. Fakat bu, birincisinin aksine bir durumdur.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bir mesele arzedilir de o meselede
yanında dayanacağı herhangi şer'î bir nas yoksa, kendi görüşüyle içtihad edebilir. Nitekim
müslümanlardan bir âlim içtihad eder ve içtihadında doğruyu isâbet ettirirse, iki ecre sahip
olur. Hatâ eder de doğruyu isâbet ettiremezse, bir ecre sahip olur.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Hâkim, hüküm vermek istediği zaman içtihad eder, sonra (içtihadında) doğruyu
isâbet ettirirse, kendisine iki ecir verilir. Hâkim, hüküm vermek istediği zaman içtihad eder,
sonra (içtihadında) hatâ ederse, kendisine bir ecir verilir."2
1 Müslim, hadis no: 6127.
2 Buhârî, hadis no: 6919, Müslim, hadis no: 1716.
21
Yine, Bedir savaşında esir alınan esirler kıssasında da Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem-'den bu olay vukû bulmuştur.
Nitekim Enes b. Mâlik'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle
demiştir:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Bedir günü esirler konusunda insanlarla
(ashabı ile) istişarede bulunup:
-Şüphesiz ki Allah -azze ve celle-, onlara karşı size güç ve kuvvet vermiştir, buyurdu.
Ömer b. Hattâb kalkıp :
-Ey Allah'ın elçisi! Boyunlarını vur, dedi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan yüzünü çevirdi.
Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dönüp :
-Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah, onlara karşı size güç ve kuvvet vermiştir. Onlar, dün
ancak sizin kardeşlerinizdi, buyurdu.
Ömer kalkıp:
22
-Ey Allah'ın elçisi! Boyunlarını vur, dedi.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan yüzünü çevirdi. Sonra dönüp
insanlara aynı sözü söyledi. Ebu Bekir ayağa kalktı ve:
-Ey Allah'ın elçisi! Uygun görürsen onları affet ve onlardan fidyeyi kabul buyur, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yüzündeki üzüntü ve keder
belirtileri hemen gitti. Ardından onları affetti ve onlardan fidye aldı. Bunun üzerine Allah
-azze ve celle- şu âyeti indirdi:
-'Eğer Allah’ın Levh-i Mahfuz'da yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız
fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu1."2
Gördüğümüz gibi bu olayda Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yanında açık
bir nas olmadığı için ictihad edip ashâbı ile istişâre etmiş,dolayısıyla tercihte hatâ etmiştir.
Sünnette ise, bunun benzeri pek azdır.Bu sebeple bizler, nebîler ve rasûllerin mâsum
olduklarına inanmamız,onların Allah Teâlâ'nın emir ve yasaklarına asla karşı gelmediklerini
bilmemiz ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dünya ile ilgili işlerde hatâ
yaptığını sebep göstererek vahyi tebliğ etme konusunda onu laf söylemek isteyen
kimsenin sözüne son derece dikkat etmemiz gerekir.
Aynı şekilde, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in haber verdiği bazı şer'î
hükümlerin, onun kişisel ictihadları olduğunu ve bunların doğru ve yanlış olabileceğini
söyleyen sapıkların sözlerine de son derece dikkat etmemiz gerekir.
Bu sapıklar, Allah Teâlâ'nın şu sözünü hiç okumazlar mı?
"Kayan yıldıza yemin olsun. Arkadaşınız (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-),
(hidâyet ve hak yoldan) asla sapmadı (çıkmadı). O kendi hevâ ve hevesinden konuşmaz.
O, (konuştuğu şeyler) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Onu,
kendisine pek güçlü ve kuvvetli olan melek (Cebrail) öğretmiştir."3
1 Enfâl Sûresi: 67.
2 İmam Ahmed, hadis no: 13143.
3 Necm Sûresi: 1-5.
23
Allah Teâlâ'dan, bizi bâtıla sapmaktan uzak tutmasını ve bizi sapıklıktan korumasını
dileriz.
Allah Teâlâ en iyi bilendir.