Yaratanı en kolay bir şekilde tanıtmak
Çocuğa rabbini tanıması için nasıl yardımcı oluruz?
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Çocuğa uygun bir yöntemle seviye ve anlayışına göre Allah
tanıtılır. Ona Allah’ın bir tek olduğu ve ortağı olmadığı öğretilir.
O’nun her şeyi yarattığı, yeryüzünün ve gökyüzünün, insanların,
hayvanların, ağaçların, nehirlerin vb. her şeyin yaratıcısının Allah
olduğu öğretilir.
Eğitimci bazı olayları da değerlendirir; bostanda ve güzel bir
yerde gezerken ona suyu ve nehirleri ve dikkatini çeken tabiat
manzaraları hakkında yaratanı sorar. Burada yaratanın azametini
belirtir. Çocukla birlikte olan eğitimci, anne veya baba olabilir. Ya
da bir arabada başka çocuk gruplarıyla birlikte bir yolculukta veya
bir gezide güneş batımı vaktinde olabilir. O gözden yavaş yavaş
kaybolmaya başlar. İşte bu anda eğitimci kendisiyle birlikte
olanların dikkatini Allah’ın kudretine doğru çeker.
Aynı şekilde çocuğa Allah’ın kendisi üzerinde verdiği sıhhat ve
nimetleri idrak etmesi hatırlatılır ve ona mesela sana aklı, kulağı ve
gözü veren kim? diye sorulur. Hareket etmen için sana güç ve
kuvvet veren kim? Buna benzer sorular yöneltilir. Bu nimet ve
faziletlere karşı Allah’ı sevmesi ve ona şükretmesi için teşvik
edilmelidir. Çocuğa Allah’ı sevdirmek ve Allah’ın sevdirdiklerini
sevdirmenin er yada geç Allah’ın izniyle olumlu bir dönüşü
olacaktır.
Anne, evinin ikinci katında ki odanın penceresini havalandırmak
için açtı ve çocuğu hızla gelip onu kapattı. Anne ona bunu neden
yaptığını sorduğunda şöyle cevap verdi: Ben komşu evlerin üst
katında duş yeriniş gördüm. Rabbimin sevmediği bir şeye bakmak
istemiyorum…
Çocuk belki rabbi hakkında: Yer mi, uyur mu? diye sorabilir. Bu
durumda Allah’ın bir benzeri olmadığını, O’nun gören ve işiten
3
olduğunu, O’nun uyumadığını ve ne uyuklama geçirmediğini,
Allah’ın bizim gibi uykuya, yemeye ve içmeye ihtiyacı olmadığını
ona söylemeliyiz.
Bu anlamları çocuğa kolay bir dille yaşına uygun bir şekilde
açıklamak, Allah’ı onun kalbinde tazim etmek rabbinin gizli ve açık
kontrol ettiğini bilmesi yardımcı olacaktır.
ALLAH TEÂLÂ'NIN İSİMLERİ DOKSAN
DOKUZ İLE SINIRLI DEĞİLDİR
şeyh Muhammed Salih el-Muneccid
ALLAH TEÂLÂ'NIN İSİMLERİ DOKSAN DOKUZ İLE
SINIRLI DEĞİLDİR
Allah Teâlâ'nın güzel isimleri, sadece doksan dokuz ile mi
sınırlıdır? Yoksa O'nun isimleri bundan fazla mıdır?
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna
göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Yüzden bir
eksiktir. Kim, bu isimlerin hakkını yerine getirir ve ve gereğine göre
amel ederse, cennete girer." (Buhârî; hadis no: 2736. Müslim; hadis
no: 2677).
İbn-i Hazm -Allah ona rahmet etsin- gibi bazı âlimler, bu hadisi
delil göstererek Allah Teâlâ'nın isimlerinin bu sayı (99) ile sınırlı
olduğunu söylemişlerdir. (Bkz: el-Muhallâ"; c: 1, s: 51).
Âlimlerin geneli, İbn-i Hazm'ın -Allah ona rahmet etsinsöylediği
bu söze muvafakat etmemiştir. Aksine İmam Nevevî gibi
bazı âlimler, Allah Teâlâ'nın isimlerinin bu sayı ile sınırlı olmadığı
konusunda âlimlerin ittifak ettiklerini nakletmiştir. Bu âlimler, İbn-i
Hazm'ın bu sözünü, itibar edilmeyen şâz görüş gibi kabul
etmişlerdir.
Bu âlimler, Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinin bu sayı ile sınırlı
olmadığı konusunda şu hadisi delil göstermişlerdir.
Abdullah b. Mes'ud'dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet
olunduğuna göre,Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmuştur:
"Allahım! Ben senin kulunum. Erkek ve kadın kullarının
çocuğuyum. Alnım (kontrolüm) senin elindedir. Benim hakkımda
senin hükmün geçerlidir.Senin, benim hakkımdaki takdirin adâlettir.
Kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, kullarından birisine
öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana âit
her isimle: Kur’an’ı, kalbimin baharı, göğsümün nûru, hüznümün
ortadan kalkması ve kederimin gitmesi (için vesile) kıl(manı isterim)
derse, Allah Teâlâ onun sıkıntı ve üzüntüsünü giderir ve onun yerine
ferahlık ve rahatlık verir.
Sahâbe:
- Ey Allah'ın elçisi! Bu duâyı öğrenelim mi? diye sordular.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurdu:
- Evet, bu duâyı işitenin onu öğrenmesi gerekir." (İmam Ahmed
Müsnedi; c: 1, s: 391. Elbânî; "Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha", hadis
no: 199).
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in:
"... veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın..."
Sözü, Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinin bilgisi,O'nun katındaki
gayb ilminde kendisine âittir.Bunu, kullarından hiç kimseye
göstermemiştir.Bu ise, O'nun isimlerinin doksan dokuzdan daha
fazla olduğuna delâlet etmektedir.
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- bu
hakkında şöyle demiştir:
4
"Bu hadis, Allah Teâlâ'nın isimlerinin doksan dokuzun üzerinde
olduğuna delâlet etmektedir." (Mecmûu'l-Fetâvâ; c: 6, s: 374).
Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- yine şöyle
demiştir:
"el-Hattâbî ve başka âlimler şöyle demişlerdir: Bu hadis, Allah
Teâlâ'ya âit isimler olduğuna ve bunları ancak kendisinin bildiğine
delâlet etmektedir.Buna da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
'in şu sözü delâlet etmektedir:
'Şüphesiz Allah'ın isimlerinden doksan dokuzu vardır. Kim, bu
isimlerin hakkını yerine getirir ve ve gereğine göre amel ederse,
cennete girer.'
Bu durum, bir kimsenin, -sahip olduğu malı 1000 dirhemden
fazla olmasına rağmen-, şöyle demesi gibidir:
'Benim, 1000 dirhemim vardır. Bunları sadaka vermek için
hazırladım."
Allah Teâlâ Kur'an'da şöyle buyurmuştur:
"En güzel isimler, (Esmâul-Hüsnâ) Allah’ındır.O halde O’na
güzel isimleriyle yalvarın (duâ edin).O’nun isimlerini
(ziyâdeleştirmek veya noksanlaştırmak veyahut da tahrif etmek
sûretiyle) değiştirenleri bırakın. Onlar, (dünyada) yapmakta
olduklarının cezasına çarptırılacaklardır." (A'râf Sûresi: 180)
Allah Teâlâ bu âyette kendisine mutlak (sınırsız) güzel isimleri
ile yalvarılmasını emretmiş, kendisinin doksan dokuzun dışında
başka güzel isimleri yoktur, dememiştir." (Mecmûu'l-Fetâvâ; c: 22,
s: 482).
İmam Nevevî -Allah ona rahmet etsin- Müslim'in şerhinde,
âlimlerin bu konuda ittifak ettiklerini nakletmiş ve şöyle demiştir:
"Âlimler, bu hadisin, Allah Teâlâ'nın güzel isimlerinin sayısını sınırlamadığında ittifak etmişlerdir.Hadis; Allah Teâlâ'nın, bu doksan dokuzdan başka ismi yoktur, anlamında değildir.Hadisten, bu doksan dokuz ismin hakkını yerine getiren ve gereğine göre amel
5
eden, cennete girer, kastedilmiştir.Hadiste murad edilen şey, bu
isimlerin hakkını yerine getirmek ve gereğine göre amel etmekle
cennete girilmesidir.Yoksa Allah Teâlâ'nın isimlerinin doksan dokuz
ile sınırlı olması değildir."
Değerli âlim Muhammed b. Sâlih el-Useymîn -Allah ona rahmet
etsin- de bu konuda şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ'nın isimleri belirli bir sayı ile sınırlı değildir.Bunun
delili, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in şu sahîh hadisteki
sözüdür:
"Allahım! Ben senin kulunum. Erkek ve kadın kullarının
çocuğuyum. Alnım (kontrolüm) senin elindedir. Benim hakkımda
senin hükmün geçerlidir.Senin, benim hakkımdaki takdirin adâlettir.
Kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, kullarından birisine
öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana âit
her isimle: Kur’an’ı, kalbimin baharı, göğsümün nûru, hüznümün
ortadan kalkması ve kederimin gitmesi (için vesile) kıl(manı
isterim)." (İmam Ahmed Müsnedi; c: 1, s: 391. Elbânî; "Silsiletu'l-
Ehâdîsi's-Sahîha", hadis no: 199).
Allah Teâlâ'nın ilmini gizlemiş olduğu ve kendisinden başka hiç
kimsenin bilemediği bir şeyin bilinmesi mümkün
değildir.Bilinmeyen şey de sınırlandırılamaz.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in:
"Şüphesiz Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Yüzden bir
eksiktir. Kim, bu isimlerin hakkını yerine getirir ve ve gereğine göre
amel ederse, cennete girer."
Sözüne gelince bu, Allah Teâlâ'nın bu isimlerden başka isimleri yoktur anlamında değildir. Fakat bunun anlamı; Allah Teâlâ'nın
6
isimleri içerisinden doksan dokuz tanesinin, hakkını yerine getiren
ve gereğine göre amel eden kimse, cennete girer, demektir.
Dolayısıyla Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in:
"... bu isimlerin hakkını yerine getirir ve ve gereğine göre amel
ederse,..."
Bu sözü, birinci cümlenin tamamlayıcısıdır.Yoksa yeni ve ayrı
bir cümle değildir.Bunun benzeri bir kimsenin şöyle demesi gibidir:
'Yanımda, Allah yolunda cihad için hazırlamış olduğum yüz tane
at vardır.'
Bunun anlamı, benim bu yüz attan başka atım yoktur, demek
değildir. Aksine bu yüz at, sadece bu şey (Allah yolunda cihad) için
hazırlanmıştır." (Mecmûu' Fetâvâ İbn-i Useymîn; c: 1, s: 122).
RUBÛBİYET TEVHÎDİNİN HAKİKATİ VE BU
KONUDA AYKIRI HAREKET EDENLER
RUBÛBİYET TEVHÎDİNİN HAKİKATİ VE BU
KONUDA AYKIRI HAREKET EDENLER
Rubûbiyet tevhîdinin hakikati nedir?
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Rubûbiyet Tevhîdi: Yaratmak, mülk, kâinatı çekip çevirmek,
rızık vermek, diriltmek, öldürmek ve yağmur yağdırmak gibi
fiillerinde Allah Teâlâ'yı birlemektir.
Allah Teâlâ'nın her şeyin rabbi, sahibi, yaratıcısı ve rızık vereni,
dirilteni, öldüreni, fayda ve zarar vereni, duâya icâbet edeni, hayrın
hepsinin O'nun elinde olduğunu ve dilediğine gücünün yettiğini
ikrar etmedikçe kulun tevhîdi tam olmaz. Kaderin hayır ve şerrine
îmân da buna girer.
Kendilerine Peygamber olarak Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem- gönderilen müşrikler, tevhîdin bu kısmına itiraz edip karşı
çıkmamışlardır.Aksine onlar, bu tevhîdi genel olarak kabul
etmişlerdir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"(Ey Peygamber!) Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye
sorarsan; ‘onları, mutlaka güçlü ve her şeyi en iyi bilen Allah
yarattı’ diyeceklerdir." (Zuhruf Sûresi: 9)
Bu sebeple müşrikler, kâinattaki işleri çekip çevirenin, göklerde
ve yerde bulunan her şeyin hükümranı Allah Teâlâ olduğununu ikrar
ediyorlardı. Böylelikle Allah Teâlâ'nın rubûbiyetini ikrar etmenin,
kulun müslüman olması için yeterli olmadığı, aksine Rubûbiyet
tevhîdinin ayrılmaz parçası ve gereği olan Ulûhiyet tevhîdini de
yerine getirmesi ve Allah Teâlâ'yı ibâdette birlemesi gerektiği
anlaşılmış olmaktadır.
3
Âdemoğlundan bilinen hiç kimse, bu tevhîd yani Rubûbiyet
tevhîdini inkâr etmemiştir. İnsanlar ve cinler içerisinden hiç kimse:
Kâinatın iki denk yaratıcısı vardır, dememiştir. Hiç kimse de
Rubûbiyet tevhîdini inkâr etmemiştir. Bu davranış, ancak
Firavun'dan meydana gelmiştir. Zirâ o, bunu kibrinden ve inadından
dolayı inkâr etmiştir. Hatta Firavun -Allah ona lânet etsinkendisinin
Rab olduğunu iddiâ etmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ onun şöyle dediğini haber vermiştir:
"(Firavun, halkına seslenerek:) Ben,sizin en yüce Rabbinizim!
dedi." (Nâziât Sûresi: 24)
Başka bir âyette onun şöyle dediğini haber vermiştir:
"Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka
(ibâdeti hak eden) bir ilâh bilmiyorum." (Kasas Sûresi: 38)
Bu, Firavun'un büyüklük taslamasından dolayıdır. Yoksa o da
kendisinin Rab olmadığını, Rabbin kendisinden başkası olduğunu iyi
biliyordu.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kendileri de bunlara kalben inandıkları halde, zulûm ve
kibirlerinden dolayı onları inkâr ettiler.(Ey Peygamber! Allah'ın
âyetlerini inkâr ederek yeryüzünde) bozgunculuk yapanların
sonlarının nice olduğuna bir bak!" (Neml Sûresi: 14)
Allah Teâlâ, Musa -aleyhisselâm-'un Firavun ile münâzarasını
şöyle haber vermiştir:
"(Musa, Firavun'a dedi ki:) Kesin olarak biliyorsun ki bunları
(peygamberliğimin doğruluğuna şâhitlik eden dokuz mucizeyi) birer
ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey
Firavun! Ben de senin helâk olacağından kesinlikle eminim (hiç
şüphem yoktur)." (İsrâ Sûresi: 102)
4
Firavun, içinden Rabbin, Allah -azze ve cell-'nin tâ kendisi
olduğunu ikrar ediyordu.
Aynı şekilde Rubûbiyet tevhîdini, mecûsiler inkar
etmişlerdir.Onlar şöyle demişlerdir:
"Şüphesiz kâinatın iki yaratıcısı vardır. Bu iki yaratıcı, karanlık
ve aydınlık (zulmet ve nurdur)."
Bununla birlikte mecûsiler, bu iki ilahı birbirine denk
saymamışlardır.
Onlar şöyle demişlerdir:
"Aydınlık (nur), karanlıktan daha iyidir (daha hayırlıdır). Çünkü
aydınlık, iyiliği yaratır. Karanlık ise, kötülüğü (şerri)
yaratır.Dolayısıyla iyiliği yaratan, kötülüğü yaratandan daha
hayırlıdır.Yine, karanlık, yokluktur, aydınlatmaz, aydınlık ise
varlıktır, aydınlatır. Bu sebeple aydınlığın özü/kendisi
mükemmeldir."
O halde müşriklerin Rubûbiyet tevhîdini ikrar etmeleri, onu
kâmil anlamda yerine getirdikleri anlamına gelmez. Aksine -
yukarıda geçen âyetlerde onlar hakkında haber verildiği olduğu gibionlar,
rubûbiyet tevhîdini genel olarak ikrar ediyorlardı. Fakat onlar,
rubûbiyet tevhîdine aykırı olan ve ona zarar veren şeyler
yapıyorlardı. İşte bu amellerden bazıları şunlardır:
- Müşrikler, yağmuru, yıldızlara nisbet etmeleri (yağmurun
yağmasına yıldızların vesile olduğuna inanmaları).
- Kâhin ve sihirbazların gaybı bildiklerine inanmaları gibi,
Rubûbiyette Allah'a ortak koşmanın daha birçok şekli vardı.
Fakat müşriklerin Rubûbiyette Allah'a ortak koşmaları,
Ulûhiyette Allah'a ortak koşmaları ile kıyaslandığı zaman, bu oran
çok az kalır.
Allah Teâlâ'dan, hesap vermek için O'nun huzurunda
duracağımız güne kadar bizleri İslâm dîni üzere sâbit kılmasını niyâz
ederiz.
Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.
Bkz: "Teysîru'l-Azîzi'l-Hamîd"; s: 33. "el-Kavlu'l-Mufîd"; c: 1, s:
14.
Tevhidi Nasıl Gerçekleştirebilirim ? Vaat
edilmiş Olan Karşılık Nedir ?
Tevhidi Nasıl Gerçekleştirebilirim ? Vaat edilmiş Olan
Karşılık Nedir ?
Bir kulun Tevhidi gerçekleştirmesi nasıl mümkün olur?
Hamd, yalnızca Allah'adır.
Hamd, Allah’a mahsustur. Dua ve selam Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellemin üzerine olsun.
Allah seni itaatinde muvaffak kılsın ki muhakkak sen yüce bir
işten s ord un . M uhak k ak ki o , A llah A zze v e C elle’nin k end isine
kolay kıldığı kimse için çok kolaydır. Allah Azze ve Celle’den bizler
ve kardeşlerimiz için her hayrı kolaylaştırmasını dileriz.
Şunu iyi bil ki, Tevhid’i yerine getirmek, ancak “Lâ ilâhe
illallâh” şehadetini ve “Muhammedun Rasûlullâh” şehadetini yerine
getirmekle mümkündür. Bu tahkikin iki derecesi vardır: Vâcib olan
derece, müstehab olan derece.
Vâcib olan derece üç şeyle gerçekleşir.
1- Büyük, küçük, gizli bütün çeşitleriyle şirkin tamamını terk
etmek.
2- Bütün çeşitleriyle bidatı, d,ne sonradan sokulan her şeyi terk
etmek.
3- Bütün çeşitleriyle her türlü günahı, isyanı terk etmek.
İnsanlar arasında birbirleriyle çok büyük farklılık gösterdiği
müstehab derece ise: Allah’tan gayrisine yönelmede ve O’ndan
başkasına bağlanmada kalpte bir şey olmamasıdır. Kalp, bütünüyle
Allah’a yönelecek, O’ndan başkasına yönelme olmayacaktır. Onun
konuşması Allah için olacak; onun fiili ve ameli Allah için olacak;
bununla beraber kalbinin hareketi Allah Azze ve Celle için olacak.
Bu dereceyi şu şekilde tabir etmektedirler:
Bir sakıncası olandan kaçınmakla bir sakıncası olmayanı terk
etmektir. Bu ise kalplerin, lisanın ve cevarihin amellerini içine alır.
Bu iki tahkikin gerçekleşmesi için bazı şeyler vardır:
3
Birincisi: İlim. Aksi takdirde onu bilmeyen, onu anlamayan
onunla nasıl amel eder ve Tevhid’i gerçekleştirir. Her mükellefin,
dini yaşamakla sorumlu tutulan her bir insanın, Allah’ın
Tevhidi’nden, sahih olanı, inançları, söz ve amelleri bilmesi gerekir.
Bundan artanı ise fazilet ve hayırdır.
İkincisi: Allah Azze ve Celle ve Peygamberi sallallahu aleyhi ve
sellemden gelen haber ve sözlere karşı kesin kesin bir tastik ve
sağlam bir yakîn.
Üçüncüsü: Allah Azze ve Celle ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellemin emirlerine itaat gösterme, mahzurlu ve yasaklanmış
şeyleri terk etmektir.
İnsan, bu şeyleri çokça gerçekleştirdiği müddetçe onun Tevhid’i
daha yüce ve sevâbı daha büyüktür.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize, Tevhid’den yüce
dereceyi gerçekleştirenin, hesapsız olarak cennete giren yetmiş bin
kişi ile beraber olacağına dair vaatte bulunmuştur. -Allah Azze ve
Celle’nin fazlından isteriz.-
Sahihi Buhari (5705) ve Muslim’de (202) İbnu Abbâs’ın -Allah
ondan ve babasından razı olsun- rivâyetinde Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bana ümmetler arz olundu. Bir ve iki peygamber kendilerine
tabi olan bir gurupla geçiyordu. Bir peygamber beraberinde hiç
kimse olmadığı halde geçiyordu. Bana büyük bir karaltı gösterildi.
Ben: Bu nedir? Bu benim ümmetim mi? dedim. Bana: Bilakis bu
Musa ve kavmi, denildi. Bana: Ufka bak, denildi. Başımı ufka doğru
çevirdiğimde çok büyük bir karartı gördüm. Sonra bana gökyüzünün
ufuklarında: Şuraya ve şuraya da bak, denildi. Çok büyük bir karartı
ufku kaplamıştı. Bana: İşte bu senin ümmetin. Bunlardan yetmiş bin
kişi hesapsız olarak cennete girecektir."
Bu sözlerinden sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
evine girdi ve onlara bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı.
Orada bulunanlar kendi aralarında konuşmaya başladılar ve dediler
ki: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bahsettiği o hesapsız
cennete girecek kimseler bizleriz. Çünkü bizler Allah’a iman ettik ve
peygamberin getirdiklerine tabi olduk. Veya da İslam’ın hâkim
olduğu bir zamanda doğmuşlardır. Çünkü bizler cahiliyede doğduk.
Onların bu sözleri Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaştı ve
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dışarı çıkak şöyle buyurdu:
"Onlar öyle kimselerdir ki, kendilerine rukye yaptırmak istemezler.
Herhangi bir şeyin uğursuzluğunu kabul etmezler. Kendilerini ateşle
dağlatmazlar. Onlar Rablerine tevekkül ederler."
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözü üzerine Ukâşe
ibnu Mihsan: Ben onlardan mıyım ey Allah'ın Rasûlü! diye sordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de: "Evet, sen hesapsız
cennete hesapsız girecek kimselerdensin" buyurdu. Bunun üzerine
başka bir adam kalktı ve: Ben de onlardan mıyım? diye sordu. Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Bu konuda Ukâşe seni geçti"
buyurdu.
لا ﺮْﺴَ ت قَْو)ُ ن ) Yani onlar, başkalarından kendilerini rukye
yapmalarını istemezler. Câiz olan rukyeyi talep etse dahi. Fakat o,
birinciye hilaftır ve daha üstündür.
5
و لاَ ﻄََﺘ وََ�ُّن) ) Yani onlar, insanların uğursuz saydıkları şeylerde
uğursuzlukta vuku bulmazlar. Bu uğursuzdur sebebi ile yapmayı
azmettikleri şeyleri terk etmezler. Bir şeyi, bir şeyi uğursuz saymak
haram kılınmıştır ve küçük şirktendir.
تْووَُن) و لاَ ي َ ) Onun faydası sabit olsa da, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellemin kerih görmesinden dolayı hastalıklarına şifa
olarak ateşle dağlamayı terk ederler. Çünkü ateşle ancak ateşin
Rabbi azab eder.
Bu üç sıfatta ortak olan sıfat, cennete hesapsız olarak cennete
girenler “Rablerine tevekkül ederler.” Yani onlar, tevekkülün en
yüce ve en kemâl derecesini gerçekleştirmişlerdir. Kalplerinde, en
düşük sebepleri dahi kabul etmemişler, onlara güvenmemişler,
bilakis yalnızca bir olan ve her türlü noksan sıfattan münezzeh olan
Rableri Teâlâ’ya bağlanmışlar, yalnız O’na güvenip tevekkül
etmişlerdir. Sa’id ibnu Hubeyb’in dediği gibi, tevekkül, imanın
tamamlayıcısıdır. Bilakis o, Vehb ibnu Munebbih’in -Allah ona
rahmet etsin- dediği gibi en büyük gayedir.
Bu hadis hakkında daha fazla bilgiyi (4203) nolu sorunun
cevabında bulabilirsin. Allah Azze ve Celle en iyisini bilendir.
Tevhid’in gerçekleştirilmesi ne temenni ile ne ziynet ile ne de
hakikatten uzak dualar ile gerçekleşir. İman itikatından kalplerde
kesinleşen, ihsanın hakikatlerinden, güzel ahlakta sıdk sahibi olması
ve yüce salih amellerle gerçekleşir. Bir Müslümana düşen görev,
ömrün her anında, her saatinde hayra yönelip hayır işlemeli, Allah’a
taatte yarışmalı, zoru kolay görmeli, acıdan-elemden lezzet
duymalıdır. Muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin ticaret malı
pahalıdır. Allah Azze ve Celle’nin ticaret malı ise cennettir.
[el-Kavlus-Sedîd a’la Mekâsidit-Tevhîd, Şeyh Abdurrahman es-
Sa’di -Allah ona rahmet etsin- 20-23]
Allah Azze ve Celle en iyisini bilendir.