ŞİRK VE SEBEPLERİ
5
ŞİRK VE SEBEPLERİ
su vermek, abdest ve gusül alınması için gereken mekanları hazırlamak, onun
kuyusunun suyundan bereket bulmak niyetiyle içmek ve o suyu bedeninin üzerine
dökmek, insanlara o suyu dağıtmak, o suyu oraya gelmeyenlere götürmek,
o zatın yanından çıkarken sırtını o eve çevirmiş olmamak için arka arkaya
yürüyerek oradan çıkmak, o evin hizmet ettiği gayeye saygı duymak, orada
edepli davranmak, av hayvanını o mıntıkada öldürmemek, ağacını koparmamak,
otunu sökmemek, oranın hudutları içinde hayvanları yaymamak gibi amellerin de
hepsini Allah Teâlâ sadece kendi zatına özgü kılmıştır. Allah’tan başkası adına bu
amelleri yapmak şirktir.
Kim bu amellerden herhangi birisini bir tarikat şeyhine, bir peygambere, bir
cine, bir kabre, bir ziyaretgâha, bir heykele veya salihlerden bir kimsenin
ibadet, zikir ve riyazet (nefis terbiyesi) için itikafa girdiği bir yere, bir eve, ya
da salihlerden birinin eserlerine veya bu eserlerden bir eser olan yere teberruken
virgül olmamalı, veya o kimsenin kendisiyle meşhur olduğu bir sembolü sergiler,
kabirdeki sandukaya secde veya rüku eder, yahut adına oruç tutar, önünde huşu
ve tevazu ile durur, bir elini diğerinin üzerine koyarak bağlar, ona kurbanlık
niyetiyle bir hayvan getirir, yahut onun evine uzaktan kıbleye yöneldiği gibi
yönelir, onun için yolculuğa çıkar, ona ibadet ve tazim kasdıyla kandiller yakar,
evini kumaşlarla örter (Kâbe gibi) veya kabirlerin üzerine kumaştan örtüler
atar,71 yahut oraya bayrak gibi bir alamet veya bir çubuk diker,72.
Oradan ayrılınca arka arkaya yürüyerek çıkar, ya da kabri öper, oradan sinekleri
kovmak için pervaneler yapar, yahut üzerine çadır kurar, eşiğini öper, sağ elini
sol elinin üzerine koyarak bağlar, kırıklık ve eziklik içinde ona boyun büker,
türbesinde ibadet eder gibi kıyamda bekler, onun çevresinde bulunan ağaca, taşa
ve ota karşı saygı tavrı takınır, onlardan hiçbir şeye karşı elini uzatmamak ve
71 Dinde çok aşırı gidenler, ölülerin kabirlerini, evliyaların ve salihlerin türbelerini saygınlık olsun
diye kumaşlar ve perdelerle süslemeyi âdet haline getirmişlerdir Onlarla sanki hayattaki şeyhler gibi
muamelelerde bulunurlar Ebu’l-Hasan en-Nedvi, bu bid’at’ın bazı Arap ülkelerinde zuhur ettiğini
söyler. Şeyh Ali Mahfuz, “El-İbadu Fi Ma-darri’l İbtida” adlı kitabında şöyle der. “Fakat, Şeytan onlara
habis olan rızkın kapısını açmak için bunu onların nefislerine güzel gösterir. Onlar kabrin üstündeki
sandukanın kumaşını her yıl değiştirmek istediklerinde, halka bunu yaptıklarında ardı arkası kesilmeyen
bir bereketin onları kuşatacağını, bunun hastalıklara şifa olacağını, basitlerin şerrini defedip ve rızık
ve selameti celbedip, her turlu mekruhu defedeceğini, bütün korkulardan emin olacağını söyleyerek
aldatırlar. Basit halk kitleleri de bunu duyunca, bu kadar kolay elde edilecek sevap için malını bu yolda
bolca sarfeder. (El-İbda’: Sh. 96-97)
72 Ebu’l-Hasan en-Nedvi’nin dediğine göre bu, Hindistan’da aşırı giden fırkaların ve cahillerin amelidir.
38
ŞİRK VE SEBEPLERİ
benzeri amel ve gereksinimleri yerine getirirse, şirk gerçekleşmiş olur. Buna da
“ibadette şirk” denir. Bu şeylerin kendiliğinden bu saygınlığa sahip olduğunu
söylemesi veya onların buna müstehak olduğunu söylemesiyle, bu şeyleri saygın
görmenin Allah’ın rızasına vesile olacağını zannetmesi veya bu saygı göstermenin
bereketiyle Allah’ın onların sıkıntısını gidermesine inanması da aynı şeydir.
6 Allah’a Kulluk ve Teslimiyete Özgü Alametler
Dördüncü olarak: Allah Teâlâ kullarına imanlarının nasıl istikamet bulup, üzerlerine
rahmetin nasıl ineceğini ve isteklerinin nasıl gerçekleşeceğini öğretmiştir. Buna
örnek vermek gerekirse, darlık ve şiddet anlarında, belaların vuku bulması,
şiddetli sıkıntılar esnasında Allah’ın adıyla O’na yalvarmak, her amele O’nun
adıyla başlamak, bir çocuk sahibi olduklarında şükür niyetiyle kurban kesmek
ve çocuklara isim verirken tevhidin belirtilerini taşıyan adlar vermek (Abdullah,
Abdurrahman, Hibetullah, Ataullah, Emanetullah, Atiyyeturrahman gibi).73
Ziraatlarından elde ettikleri hasılatın, bağ ve bostanlarından kaldırdıkları sebze
ve meyvenin bir kısmını, hayvanlarının belli bir kısmını Allah için ayırmak,
Allah için nezirde bulunmak, hac ibadeti esnasında kesilen kurbanlık hayvanlara
tazim niyetiyle boyunlarına bir alamet asarak saygınlık göstermemek; yemede,
içmede, giyim ve kuşamda O’nun emir ve yasaklarına uymak, başına gelen her
hayrın ve şerrin, açlık, tokluk, ucuzluk ve pahalılığın, sağlık ve hastalığın, basan
ve azimetin, mutluluk ve mutsuzluğun, sevinç ve üzüntünün hepsinin O’ndan
olduğuna; işleri kendi iradesine bağlamadan Allah’a havale etmek, (inşaallah
şöyle yapacağım demek), Allah’ın kudretinin bariz olarak ortaya çıkmasına
ve kulun da aczini ifade etmeye vesile olacak biçimde onun adını yüceltmek
(Rabbim, Seyyidim, Yaratıcım demek), yemin edince onun adıyla yemin etmek
ve Allah’ı tazime delalet eden birçok alameti yine Allah Teâlâ öğretmiştir.
Kim bu amellerden herhangi birisini peygamberler, evliya, şehidler, ifritler,
cinler için tahsis eder ve bir sıkıntı veya bir darlık başına gelince onlara adakta
bulunur, onları adlarıyla çağırır veya yaptığı işlere bakarken onların adını
söyler, çocuğu olunca kurbanlar ve adaklar keser veya çocuklarını onların
adlarıyla adlandırır (Abdunnebi veya İmam-bahş ya da Pirbahş gibi) yahut da
73 Yazar kitabında, Tevhidi dile getiren Hindce adlardan da örnek vermektedir. Bu adlar da sahih olan
akideye işaret etmektedir. Örneğin Hudabahş (Hibetullah), Allahdaye (Atiyetullah) gibi.
39
ŞİRK VE SEBEPLERİ
hububat, meyve ve sebzelerden belli bir kısmını onlara ayırır, tarlasından elde
ettiklerinden onlara belli bir hisse ayırır; sonra bu adın hatırına gayesi için
hayvanlarından belli bir sürü ayırıp bu sürüye muamelesinde o hayvanlara saygı
duyduğunu belli eder, o ad uğruna elini hiç kaldırmaz, yemden ve samandan
yemelerine asla engel olmaz, taş veya sopayla onlara vurmaz, bundan haya edip
tazim gösterir; yemesinde, içmesinde ve giyinmesinde eski gelenek ve âdetlere
sanki şeriatın ahkamına uyuyormuş gibi uyar, belli yiyecek ve giyecekleri
kadın ve erkeklerden bazı kesimlere yasaklayıp, bunlardan başkalarına satar,
mesela falan yemeği erkekler yiyemez74 veya falan yemeği cariyeler yiyemez
ya da o yemeği ikinci kez evlenmiş olan kadınlar yiyemez, şeyh Abdullah75
adına hazırlanan Habis diye adlandırılan “İrmik Helvası”nı nargile kullananlar
yiyemez gibi sözler söyleyip, hayrın ve şerrin meydana gelmesini ve darlık ve
bolluğu o evliya ve şeyhlere bağlayıp “falan falanın lanetine uğradı da delirdi,
falanca falan kimseyi huzurundan kovdu da fakir düştü, falan falana yardım etti
de şansı açıldı ve insanlar ona ikbal etmeye başladılar, falan yıldızın akışıyla
insanlara açlık musallat oldu, falanca işine, falan gün ve saatte başladı da başarılı
olamadı ve onu tamamlayamadı ve Allah Rasûlü dilerse şöyle olur, yahut
şeyhim dilerse şöyle olur” der, veya dilediği kimselere Allah’a mahsus olan
isim veya sıfatları verir ki bu sıfatlar da, Allah’ın yüceliğinin ve büyüklüğünün
alametleridir; bu durumlarda şirk gündeme gelir. Yarattıklarına muhtaç olmamak,
mutlak kudret sahibi olmak, sonsuz cömertlik, kahretme ve cebaret gücüne sahip
olmak -sanki mabudmuş gibi-, “zenginler zengini, ilahlar ilahı, maliku’1-mülk,
melikü’1-mülk” demek, peygamberlere, Ali ile ve onun çocuklarından herhangi
birisinin adıyla (oniki imam gibi) veya şeyhin adıyla ya da onun kabriyle yemin
etmenin tümüyle, şirk gündeme gelmiş olur. Buna “ibadette şirk” denir. Bunun
da aslı, Allah’ın yarattığı mahlukları, işlediği amelleriyle Allah’tan gayrısına
uygun olmayan bir makama çıkarmaktır. Bu şirk türünün dördüne de Kur’an-ı
Kerim ve Hadis-i Nebevi açık bir biçimde işaret etmiştir.76
74 Yemek türlerinden bir yemektir. Fatıma (Ra) adına yapılır O yemeği erkekler değil, ancak kadınlar
yiyebilir. (Ebu’l-Hasan en-Nedvi )
75 Abdulhak Dehlevi, Ceştiye Tarikatının büyük önderlerinden ve mürşidlerindendir. Hindistan’da
Lakna’ya bağlı Radoli’de doğdu. Tevhid ve Şeriat ilimlerinde ve dinin emirlerini ve sünneti korumada,
insanları Allah’a davette, tefrit ve tecrid’de büyük bir makama sahipti H 836’ yılında öldü Hindistan’da
cahil ve sapıklar O’nun adını kulanarak “Şeyh Abdulhakim Azığı” adında bir yemek icad etmişlerdir.
Bu tatlı bir yemektir, irmik ve şeker karışımından yapılır. Bu, Türkçedekı “irmik Helvası” olmalı (çev.)
76 Risaletü’t-Tevhid, Sh. 25-44.)
40
ŞİRK VE SEBEPLERİ
Hanefi imamlarının şirk hakkındaki beyanlarını dile getirdikten sonra anlıyoruz
ki şirkin bu ümmet arasında vuku bulması kaçınılmazdır. Buradan da Ümmet-i
Muhammed arasında “büyük şirk”in hiçbir zaman olmayacağını söyleyenlerin
sözlerini yerle bir etmektedir. Akıl sahibi olan herkes Ümmet-i Muhammed
arasında “Büyük Şirk”in birçok türünün vuku bulduğunu rahatlıkla anlayabilir.
Buna delil olarak Allah Rasûlü’nün şu sözü yeter:
“Benim ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmayıncaya kadar ve hatta
ümmetimden bazı kabileler de putlara tapmayıncaya kadar Kıyamet kopmaz.”77
“Devs kadınlarının kalça etleri Zul-hilse’nin etrafında titremeyinceye kadar
Kıyamet kopmaz” Zulhilse, Devs kabilesinin Tibale’de cahiliyye döneminde
tapındıkları bir puttu.78.
Yine Allah Rasûlü “Gece ve gündüz (insanlardan bazıları) Lât’a ve Uzza’ya
tapmadan yok olup gitmez”79 buyurmaktadır.
Hadislerde zikri geçen bu olaylar, şimdiye kadar vuku bulmuş olmasa bile,
şüphesiz bu bir gün mutlaka olacaktır. Fakat ümmet arasında, velilere ve
başkalarına ibadet etme, ibadetleri onlara bağışlama, onlar için kurban kesip
adak adama, onlara dua edip onlarla istiğasede bulunma gibi, daha birçok
benzeri bulunan ve inkârcılardan başka kimsenin inkâr etmesi mümkün
olmayan “büyük şirk” zuhur etmiştir.
Allah Rasûlü, birçok insanın dikkat edip de farkına varmadığı şirkten şöyle
sakındırmıştır:
“Ey İnsanlar! Şirkten sakının! Çünkü şirk, karıncanın yürümesinden daha
gizlidir.”80
77 Müslim, 4/2215 (Tahziru’s-Sacid’de el-Elbani, Müslim’in şartına göredir der) Ebu Davud, Kitabu’l
Fiten Bab’u Zikri’l-Fiteni ve Delailiha; 4252.
78 Buhari, Kitabul-Fiten, Babu Tağayyürü’z-Zemani Hatta Tu’bede’l-Evsan, 13/76 (7116). Müslim,
Kitabu’l-Fiten Babu La Tekunu’s-Saatin Hatta Ta’bude Devsun Zalhilseti. 4/2230 (2906). Her iki
rivayet de Said İbnu’l-Museyyeb’den, Ebu Hureyre’den.
79 Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrati’s-Saatu, Babu la Tekunu’s-Saatu Hatta Ta’bude Devsun Za’1-Hilse
4/2230 (2907). Ebu Seleme ve Aişe (ra) yoluyla.
80 Ahmed b. Hanbel, 4/403, İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, 6/70-71 (29547) Buhari, Et-Tarihu’1-Kebir, 58.
Rivayetlerin bütün yolları Beni Kahi'den bir adam yoluyla, o da Ebu Musa El-Eş’arı’den el-Heysemi,
Mecmau z-Zevaid de, 10/223. Aynı zamanda Ahmed, et-Taberani, el-Evsat ve el-Kebir’de rivayet
edenler Ahmed’in ravileri ibni Hibban’ın ‘güvenilir” dediği Ebu Ali Hariç” sahih” ravilerdir Ebu Ya’la,
Musned, 1/60-62 (54, 55, 56) Huzeyfe’nın hadisinden O da Ebu Bekr’den ‘ Merfu olarak İbni Hacer,
El-Metâlıb el-Âliyye, 3/183’de İshak b. Rahaveyhe nispet etmiştir Ebu Bekr el-Mervezi, Müsned’de
(Sh 55), El-Hakim et-Tirmizi, Ma’kil b Yesar yoluyla Ebu Bekr’den (Sh 307) El-Heysemi, Mecmau’z-
Zevaid, 10/224 Ebu Yala, Şeyhi Amr İbnu’l-Hasayn el-Ukali’den (Metruk’tur) El-Elbanı, Sahihu’l
Cami’de, 1/694 (3731) sahihdir Ebu Nuaym, Hilye, 7/112 Kays b. Hazım’ın Ebu Bekr den rivayeti
El-Elbani, Sahihul-Cami’de buna sahih” demiştir 1/693(3730).
41
ŞİRK VE SEBEPLERİ
Eğer birisi, “nasıl oluyor da siz, Allah’ın varlığını kabul eden, Kıyamet’e,
Haşr’e ve İslam’ın tüm şeriatine (ibadet ve) iman edenleri; Allah’ın bir kulu
hakkında ancak Allah’ın yapabileceği bir işi yapabileceğini veya onun adıyla
kendisine seslenene inandığı için, onlara kâfir ve müşrik diyorsunuz? Hâlbuki
onlar kendilerine müşrik denilmesinden hoşlanmadıkları gibi, üstelik bundan
şiddetle nefret ederler” derse, ne cevap vereceğiz?
Biz de buna cevap olarak deriz ki: Müslümanın başından yıldızların etkilerine
veya herhangi bir mahlukun yarar ve zarar sağlayacağına inanmak, yahut
Allah’tan gayrısına secde etmek ve benzeri ameller gelebilir. Bütün bunların
hepsi, onun üzerinden İslam’ın adını kaldırır ve ona küfür ve şirk adını uygun
görür. Bunu işleyen kimse bu nedenle müşrik olup dinden çıkmış olur. Eğer böyle
değilse, Sahabe zekâtı inkar edenlerin dinden çıktıklarında ittifak ederek onlarla
savaşırlar mıydı hiç? Hadis kitaplarındaki Kitabu’r-Ridde’nin anlamı nedir?
Allah Rasûlü’nün “Müslüman bir kimsenin tam üç şeyin dışında helal değildir,
ve dinini terkeden...81sözünün ve “kim dinini değiştirirse onu öldürünüz”82
sözünün anlamı nedir? Bundan sonra nasıl olur da “Müslüman kesinlikle
şirke düşmez” ve “İslam’la vasıfları küfür ve şirk, etkisi altına alamaz” denir?
Bu konuda söylenecek olan son söz: Müslümanlardan belli bir insanın, apaçık
bir biçimde, hakkında açık naslar ve hüccet sabit olmadıkça, özellikle de
içinde bulunduğu durumu cehaletinden ve te’vilden dolayı kavrayamıyorsa,
ona “kâfir” denilemez. Ancak, içinde bulunduğu durum hakkında hüccet sabit
olup, şüphe, te’vil ve cehalete imkan kalmadığı halde, yine de ısrar ederse
belli bir kimse hakkında şirk veya küfür hükmü gündeme girer.
Bu yazdıklarımızdan sakın ola herhangi bir kimse, bizim muvahhid olanları
tekfir ettiğimizi zannetmesin. Zira “şirk” ve “küfür” kavramları Şeriatta adı
geçen kavramlardır. Ve ancak şeriattaki şartlar ve kayıtlar içerisinde kullanılır.
Müslümanın haksız yere tekfir edilmesi caiz değildir.
Hakeza, böylece İslam’dan çıkmış olan “müşrik” ve “mürted”in de tekfir
81 Buhari, 8/38, Kitabu’d-Diyet, Müslim 3/1302 (1676)
82 Buhari, 8/50 Kitab İstitabet el-Murded Din
42
ŞİRK VE SEBEPLERİ
edilmemesi, şeriatta caiz değildir. Selef-i Salihin’den bazılarının kimi insanları,
doğrudan doğruya isim vererek tekfir ettikleri, bilinen bir gerçektir. Çünkü onlar,
müşrik ve kâfir olarak adlandırılmayı hak etmişlerdi. Yoksa, ben şehadetimi
(iki şehadeti) getiriyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyor ve hacca
da gidiyor olabilirim. Ancak “Ben Ahmed Kadiyani’nin Allah katında rasûl
olduğuna ve Allah’ın ruhunun seyyid (Ahmed) Bedevi’nin bedenine intikal
ettiğine inanıyorum” diyen insanın kâfir olduğunu nasıl söyleyemeyiz?
Hak herkesten daha aziz ve yücedir. Bu hususta asla tekfir etme kılıcı küfür
ve kâfir adını haketmiş olanlar ve bunun şeriattaki şartlarını üzerlerinde
taşıyanlara özellikle fiili yapan kimsenin yaptığı şeyi bilmesi ve ikrah
durumunun tahakkuk etmemesi halinde karşı, hak ehlinin boyunları üzerinde
duran bir töhmet kılıcı olarak musallat edilmesi gerekmez.
Allame el-Alusi’nin, kabirciler ve kabre ibadet edenler hakkında gayet ince
ve ihtiyatlı olan sözünü İmam İbni Teymiyye, teyid ederek onlar hakkında
“tekfir” hükmünü vermek için acele etmemek ve aleyhinde hüccet ve delil sabit
olmadıkça bu hükümden kaçınmak gerektiğini söylerken, şöyle demektedir:
“Ve kabirlere ibadet edenler hakkında ilim sahibi olanlardan herhangi bir kimse
onların kâfir olmadıklarında tereddüt eder olmamıştır. Onların sözlerinin
maksadı budur. Böyle kimseler, tevbe ettirilmeden ve haklarında delil olacak
bir şey olmadan öldürülmezler. Yahut bunun gibi müslümanlardan herhangi
bir kimseyi ilim ehlinden hiç kimse tekfir etmemiştir. Şeyhülislam’ın bu
konuda başka sözleri de vardır. Yararının olacağını düşünerek birkaçını aynen
nakledeceğiz”83dedikten sonra, İbni Teymiye’nin sözlerini nakletti...
Bu konuda (Abdulfettah) Ebu Ğudde’nin, tekfir etmek için acele etmekten
kaçınılması gerektiğini, şirk ve küfür olan bir ameli işleyenin küfrüne hüküm
vermek için, sözlerini İbni Teymiye’nin ve Hanefi alimlerinden bazılarının da
sözleriyle destekleyerek, önemli açıklamalarda bulunur. Özet olarak şunları
söylemektedir:
“Bid’at ehli olanlardan, apaçık ve sarih bir biçimde küfür sâdır olmayıp,
dinden bilinip inanılması ve amel edilmesi gereken emirleri inkar etmedikleri
sürece tekfir olunmazlar. Meğer ki aleyhlerine, küfürlerine gidecek yolu açan
83 Gayetu’l-Emani, 1/30, 36.
43
ŞİRK VE SEBEPLERİ
bir hüccet olsun. Bundan sonra onların küfrüne, mürted olduğuna ve İslam
dininden çıktıklarına hükmedilir.”84
Şeyhülislam İbni Teymiye diyor ki: “Bunun aslı, kitap, sünnet ve icmaya
göre küfür olan söze ‘o söz olarak küfürdür’ denir. Bu da şeriattaki delillerin
gösterdiği istikamette bir hükümdür. Zira “iman”, Allah ve Rasûlü’nden alınan
hükümlerdendir. Bu küfür sözü söyleyen herhangi bir kimse hakkında, “tekfir
şartları” gerçekleşinceye ve buna engel olacak sebepler de yok olmayıncaya
kadar kimse “tekfir” edilemez. Mesela birisi İslam’a girişine yakın bir zamanda
şarap veya faiz haram değildir dese veya çöllerde yetişen bir kimse olsa, yahut bir
sözü duyup onun Kur’an’dan veya bir hadis işitip bunun Rasûl’ün hadislerinden
olduğuna inanmasa, -tıpkı Selef-i Salihinden bazılarının hiç duymadıkları bir
hadisi inkar etmeleri gibi- diye örnek verdikten sonra, şöyle dedi: “Bunlar
hakkında kesin olarak kitaptan hüccet sabit olmadıktan sonra “tekfir” olunmazlar.
Rasûller gönderildikten sonra, insanların bir hücceti olmasın diye (en-Nisa: 165)
Allah Teâlâ bu ümmetin hata ve unutkanlıktan dolayı işlediklerini bağışlamıştır.85
İbni Teymiye, sözlerine şöyle devam ediyor: “Tekfir konusuna gelince,
Ümmet-i Muhammed’den ictihad edip hata eden ve bu içtihadından hakkı amaç
edinip de hatasından dolayı bulamayan kimse tekfir olunmaz; bilakis onun
hatası bağışlanır. Kim kendisine apaçık bir şekilde Rasûl’ün getirdiği malum
olduktan sonra, Rasûl’ün getirdiği hidayete aykırı davranır ve mü’minlerden
başkasının yoluna uyarsa, kâfirdir.. Kim de hevasına uyar ve hakkı öğrenme
yolunda kusur yapar ve ilmi olmadan konuşursa, o asi ve günahkârdır.. Fasık
da olabilir, iyilikleri kötülüklerine tercih eden bir kimse de olabilir.”86
Bir başka yerde şöyle der: “Bu bir gerçektir ki ben ve benimle beraber olan
herkes bilmektedir ki, ben bir insana, hakkında risalete karşı gelip ona aykırı
davrandığında kafir, fasık veya asi olacağını ispat eden bir hüccet olmadıkça
hüküm vermeyi şiddetlice yasaklayanlardanım. Ben bunu da ifade etmek
isterim ki, Allah Teâlâ bu ümmetin genel anlamda söz ve amel meselelerinde
işlediği hataları bağışlamıştır. Bu güne kadar bildiğimiz, Selefin bu konudaki
84 Kitabu’l-Mukiza’, (ez-Zehebi) adlı asere Ebu Ğudde’nin yazdığı “te-tımme’de, Sh 147, 165.
85 Mecmuu’l-Fetava, 35/165.
86 Mecmuu’l-Fetava; 12/180.
44
ŞİRK VE SEBEPLERİ
birçok meseleleri tartışmalarına rağmen onlardan hiçbirisinin muayyen bir
kimseyi ne küfür ve fıskla, ne de isyanla suçladıklarına şahid olunmaz.”
İbni Teymiye, sonra bazı örnekler vererek şöyle konuşur: “Ben insanlara her
zaman şunu açıklardım: Selefin ve İmamların, “şöyle şöyle diyenin mutlak
anlamda kâfir olduğuna” dair söyledikleri sözler haktır. Ancak, tekfiri mutlak
geniş anlamda kullanmakla belli kimse hakkında kullanmak arasındaki farkı
gözetmek zaruridir. Tekfir meselesi, karşılığında Allah’ın Cehennem azabından
söz ettiği bir ameldir. Velev ki bu meseleye giren söz, Rasûl’ü yalanlamak
bile olsa. Fakat böyle bir kimse İslam’a daha yeni girmiş olabilir veya ilim
elde edebilme imkanı çok zayıf olan uzak bir çöl bedevisi olabilir. Böylesi,
inkar ettiği şeyde aleyhine hüccet sabit olmadıkça tekfir olunmaz. Olabilir ki,
bu insana hiç duyurulmamış veya duymuş olduğu halde onun ilminde sabit
olmamış veya onun o naslara karşı olan diğer bir nassı bilmesi sözkonusudur.
Bu nedenle de onu tevil etmiş olabilir. Velev ki bu tevilinde hata etmiş olsa bile.
Ben bu meselelerde daima Buhari ve Müslim’de bulunan şu hadisi hatırlarım:
Adamın birisi diyor ki: “Ben öldüğüm zaman beni yakınız. Sonra küllerimi
toprağa sürüp alınız ve denize atınız. Eğer Allah takdir etmişse bana öyle
azap edecek ki, insanlardan hiçbirisine bu azabı vermeyecektir.” Bu vasiyetini
yerine getirdiler. Allah o kula öldükten sonra sorar: “Seni bu yaptığına iten
sebep neydi?” Kul da şöyle der: “Senden korkum!” Allah da onu bağışlar.87
Bu insan, Allah’ın kudretinden öldükten ve toprağa gömüldükten sonra
onu tekrar dirilteceğinden şüphesi olan biriydi. Ancak Allah’ın kendisini
cezalandırmasından da korkan bir mü’mindi. Allah da bundan dolayı onu
bağışladı. İctihad ehlinden olan ve Allah Rasûlü’ne uymakta azim ve hırs
sahibi olan bir insanın bağışlanması ise, diğerlerine göre daha uygun olur.”
İbni Aseymin şöyle diyor: “Bir kimse “siz te’vil ehlini kâfir veya fasık olarak
görüyor musunuz?” derse ona deriz ki; bir kimsenin kâfirliği ve fasıklığı hükmü
bize değil, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne ait bir hükümdür. Bunun kaynağı ve
başvurulacak merci, kitap ve sünnetten ibaret olan şeriat ahkamıdır. Bunun
için hiç kimse, kitap ve sünnetten hakkında delil olmadan ne tekfir edilir, ne
de ona fasık denilir.
87 Buhari, Kitabu’l-Enbiya, 4/144-151; Müslim, 4/2110 (2756).
45
ŞİRK VE SEBEPLERİ
Müslüman hakkında asıl olan, onun zahirde adalet ehli ve İslam olduğudur.
Bunu ortadan kaldıracak şer'î bir delil olmadıkça, onun adalet ve İslam’ının
devamlılığına hükmedilir. Hiçbir şekilde böyle bir insana kâfir veya fasık
denilmesinde acele etmek caiz değildir.. Çünkü bunda sakınılması gereken iki
büyük tehlike vardır.
Birincisi; kendisi hakkında hüküm verdiğimiz kişiye yönelttiğimiz hüküm de
Allah’a yalan iftirada bulunmak olabilir.
İkincisi ise; Müslim’in Abdullah b. Ömer yoluyla Allah Rasûlü’nden rivayet
ettiği bir hadisteki uyarıdır: Rasûlullah şöyle buyurur: “Kişi kardeşine kâfir
derse, onlardan birisine bu hüküm geri döner.”88
Bir başka rivayette şöyle buyurulur: “Eğer o kimse kâfir ise, öyledir. Yoksa bu
söz kendisine döner.”89
Yine Müslim’de Ebu Zerr’den gelen bir rivayette Allah Rasûlü şöyle buyurur:
“Kim bir kimseyi kâfir veya Allah’ın düşmanı olarak çağırır da o kimse öyle
değilse, bu hüküm ona geri döner.”90
Buna göre, bir müslüman hakkında “küfür” veya “fısk” hükmü verilmeden,
iki şeye dikkat edilmesi gerekir:
Birincisi: Küfrü veya fıskı gerektiren söz veya amel hakkında kitap ve
sünnetten delil.
İkincisi: Bu hükmün, belli bir sözü söyleyen veya ameli işleyenin küfrü veya
fıskının hakkında geçerli olabilmesi için gerekli şartların bulunması ve özür
teşkil edecek olan engellerin ortadan kalkması.
Bu şartların en önemlilerinden birisi, bu söz veya amelin kâfir veya fasık
olmasına neden olacağını bilmesidir.
“Kim kendisine hidayet apaçık belli olduktan sonra mü’minlerden başkasının
yoluna uyarsa, onu yöneldiğine iletir ve sonra da Cehennem’e koyarız. Orası
ne kötü bir yerdir.(el-İsra: 115)”
88 Müslim, Kitabu’1-İman, Babu, Beyani Hali Men Kale li Ehiyyi’l Müslimi ya kâfir, 1/60, 79 (111).
89 A.g.e., 1/79.
90 A.g.e., 1/79(112).
46
ŞİRK VE SEBEPLERİ
“Allah bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, onlara korkacaklarını açıkça
bildirmeden şaşırtıcı değildir. Allah her şeyi bilicidir. Göklerin ve yerin mülkü
Allah’ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka ne bir veliniz, ne de
çok yardımcı olacak bir kimseniz vardır.(et-Tevbe:115-116).”
Bunun için ilim ehli olanlar şöyle demişlerdir: Farzları reddeden kimse daha
yeni İslam’la tanışmışsa, farzları tamamiyle öğreninceye, hakkındaki özür
engelleri ortadan kalkıncaya kadar ve onu küfre veya fıska düşürücü olan
şeylerin onun iradesiyle meydana geldiği belli olmadan tekfir olunmaz.
Bunun misalini vermek gerekirse, küfrü gerektirecek olan söze veya amele
rızası olmadan ikrah ile zorlanması durumunda tekfir olunmaz.
“Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç kim
iman ettikten sonra gönülden küfre razı olursa, onların üzerine Allah’tan bir
gazap ve onlar için büyük bir azap vardır. “(en-Nahl: 106)”
Şiddetli sevinç ve üzüntü, korku veya benzeri durumlarda ne diyeceğini
bilemeyecek kadar şaşırıp akli dengesini yitirmek de verilebilecek örnekler
arasındadır. Bunun delili, Müslim’in Enes b. Malik’ten, O’nun da Allah
Rasûlü’nden rivayet ettiği bir hadistir. Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
“Allah, kulunun tevbesi karşısında sizden birinin bir çölde devesinin ipi
çözülerek üzerinde yiyeceği ve içeceği bulunduğu halde kaybolmasından
sonra, gelip bir ağacın gölgesinde ona sırtını dayayarak oturup devesinden
iyice ümidini kestikten sonra, birdenbire, devesini yanıbaşında dimdik
duruyor görüp, kalkıp onun yularından tutarak, sevincinin şiddetinden
ötürü “Ey Allah’ım! Sen benim kulum, ben senin Rabbinim!” diyerek hata
yapmasındaki sevinçten daha şiddetli sevinir.”91
Böylece biz, “tekfir” meselesiyle ilgili olarak, alimlerin önerdikleri şer'î şart
ve kayıtları açıklamış olduk. Allah daha iyisini bilir.
91 El-Kavaidul-Musla fi Sifati’l-Nüsna, Sh. 116-119; Buhari, Kitabu’d-Deavad, 7/146, Müslim, 4/2104
(2747).
47
ŞİRK VE SEBEPLERİ
SONUÇ
Bu araştırmamızın sonucunda karşımıza şu meseleler çıkmakta:
1. Hanefi alimlerinin; kabirci bid'at ehline karşılık vermeleri ve İslam
toplumlarında şirkin türlerini, sebeplerini ve onun açık alametlerini
açıklığa kavuşturmaları hususunda gerçekten değerli gayretleri olmuştur.
2. Müslümanların çoğu tevhidin gerçeğini bilmedikleri için, farkında olmadan
şirke düşmektedirler.
3. Şirk kavramının bazı müslümanlara göre anlamı, sadece, taşa, ağaca veya
puta tapmaktan ibarettir. Bu nedenle böyle insanların birçoğu itaat, boyun
eğme, uyma, sevgi ve ibadette koştukları şirk ancak ve ancak kulluk ve şirk
konusundaki cehaletlerindendir.
4. Şirk tüm görünüşleriyle insanı alçaltmak ve onu zelil kılmaktan başka
bir şey değildir. Zira şirk, insanın mahluklara karşı boyun eğmesine ve
kendisine hiçbir zarar ve yarara malik olmadıkları gibi, ne ölümü, ne
hayatı ve ne de yeniden dirilişi ellerinde bulundurmayan insanlara kulluk
etmesine sebeptir.
5. Sari’, şirke götürecek veya şirke sebep olacak her söz, davranış ve kasıttan
insanı şiddetlice sakındırmıştır.
Özetle söyleyecek olursak; bu çalışma, gayretlerini gayet yetersiz gören bir
insanın çabasıdır. Şüphesiz bu çalışmamızda eksiklerimiz, hatalarımız ve
kusurlarımız olmuştur. Bunlar zaten yaratılmış olanların özelliklerindendir.
Saygı değer okuyucudan ricam, eksiklik ve hatamızı mazur görmesidir.
Allah’tan dileğim odur ki, bu çalışmayı halis kılarak kerem sahibi zatı için
kabul buyursun ve hepimizi kitabının hidayetine ve Rasûlü’nün sünneti
üzerine yaşamakta muvaffak kılsın. Tüm niyetlerin ardındaki gerçeği bilen
Allah’tır. O bize yeter. Ve O ne güzel vekildir!
Sözümüzün sonu; hamd alemlerin Rabbi Allah’adır!
@islamhouseTR IslamHouseTR islamhouse.com/tr/
IslamHouseTk