Articles

İtaata Teşvik Eden Birinci Neden Sevgi ve


Saygıdır





İtaata Teşvik Eden Birinci Neden Sevgi ve Saygıdır Allah Azze ve Celle’ye, O’na olan sevgimden,ihtiramımdan ve hayâmdan dolayı ibadet ediyor ve günah işlemiyorum. Yoksa cenneti istediğim ve cehenneminden korktuğum için değil. Benim sorum bu. Ben hak üzere miyim? Şayet birisi bana, niçin zina etmiyorsun, diye soracak olursa, ona: Rabbimden hayâ ettiğimden dolayı, diye cevap veririm. Yoksa ona: Cehenneminden korktuğum için, demem. Çünkü ben inanıyorum ki, ihtiram ve saygı, korkudan daha doğrudur. Lütfen bunun cevabını bana bildirin.


Hamd, yalnızca Allah'adır.


Birinci Olarak:


Rabbimiz Tebârake ve Teâlâ, O’ndan başka hakkıyla ibadet


edilecek bir ilah olmayandır, en güzel isimler ve en yüce sıfatlar


O’nundur. Mutlak kulluk O’nadır. Sıfatlarının azametinden ve


Zatının kemalinden dolayı muhabbet ve ibadete layık olandır. O’nun


kemali ve yüceliğinden dolayı kulluk edenlerin kalpleri O’nu ilah


edinirler. Hamd ve ilahlık sıfatlarını hak etmesinden dolayı O’ndan


başkası O’na ibadet eder. İşte Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın nebi ve


resullerine öğrettiği kulluğun manası budur. Allah Subhânehû ve


Teâlâ’dan başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilahın


olmadığına şehadet eden bir kimsenin bunu aklında tutması gerekir.


Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:





«Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona, "benden


başka ilâh yoktur; bu itibarla bana ibadet edin" diye vahyetmiş


olmayalım.» (Enbiyâ: 25)


Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:





3


«"Ben seni seçtim, sana vahyolunanı dinle. Gerçek şudur ki ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl."» (Tâhâ: 13-14) Allah Azze ve Celle ibadeti, ulûhiyette bir oluşunun yani ibadete sadece kendisinin hak ettiğinin üzerine tertip etmiştir. Sıfatlarının azameti, Zatının kemali ve ibadet edilmeye ve hamd edilmeye layık olan sadece Allah Azze ve Celle’dir. Şeyhulislam İbnu Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi: “Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın Zâtı, ibadet edilmeye ve sevilmeye, O’nun için ve Rasûlü için bunu hak edendir. Onda kalpler, O’nun sevgi ve itaatinin manasını içerir. Tıpkı onda ilmi onu tasdikin manasını içine aldığı gibi. [Mecmû’ul-Fetâvâ: 7/541] Şeyhulislam İbnu Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi: “Lâ ilâhe illâ ente (Senden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilâh yoktur) sözü, uluhiyette (sadece O’na kullukta) tek olduğunun ispatıdır. Uluhiyyet, ilminin kemalini, kudretini, hikmetini içine alır. Onda, kullarına ihsanın ispatı vardır. Çünkü ilâh, ilah edinilendir. İlah edinilen de ibadet edilmeyi hak edendir. En son gayede sevilmeyi gerektiren sıfatlarla muttasıf olması sebebiyle ibadet edilmeye layık olan, son gayede boyun eğilendir. İbadet, boyun eğme ve sevgiyi içine alır.” [Mecmû’ul-Fetâvâ: 10/249] Burada alıyoruz ki, ibadete teşvik eden birinci neden, Celal, Kemal, Rububiyyet ve Uluhiyet sıfatlarında tek olan Allah Subhânehû ve Teâlâ için olmasıdır. İbadete teşvik eden ikinci neden ise, Allah’ın kullarına olan nimeti, onlara olan ihsanıdır. Muhakkak ki kalpler, kendisine iyilik yapana sevgi ile yönelir. Şeyhulislam İbnu Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi: “Muhabbetin aslı, Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı tanımaktır. Bunun iki esası vardır:


Birincisi: Kullarına olan ihsanından dolayı “genel sevgi” denir. Bu muhabbet/sevgi, bu asıl üzere hiç kimse inkâr etmez. Muhakkak ki kalpler, kendisine iyilikte bulunana meyleder. Kendisine kötülük


4


yapana da buğzeder. Allah Subhânehû ve Teâlâ hakikatte kuluna


karşı ihsanda bulunan ve nimet verendir. Muhakkak ki Allah


Subhânehû ve Teâlâ bütün nimetlerle kuluna lütufta bulunandır.


Şayet bu, bir vasıta gerçekleşmiş olsa bile. Onun için nimetlere


ulaşma vesilesi de kolaylaştırılmıştır. Sebepleri yaratan da Allah


Azze ve Celle’dir. Lâkin, hakikate bu muhabbet, kendini Allah’a


muhabbete kalbi cezp etmiyorsa, o zaman hakikatte kul, kendinden


başkasını sevmiyor demektir. Yine, kim bir şeyi severse, kendisine


olan ihsanından dolayı sever. Hakikatte ise kendisinden başkasını


sevmez. Bu ise karşı çıkılan (mezmûm) bir durum değil, övülen


(mahmûd) bir durumdur. Kendisini bu sevgi ile sınırlayan kimse,


Allah’ı ancak kendisine ihsanında dolayı sevdiğini bilmez.


İkincisi: Buna ehil olmasından dolayı O’na olan sevgisi. Bu,


bunun için sevgiyi hak eden Allah’a olan sevgiden; Allah’ın isim ve


sıfatlarının delalet ettiği mana ile Allah’ı tanıyan, bununla kâmil


muhabbete layık olan sevgiyi ayır etmek gerekir. Bütün fiillerinde


durum aynıdır. Muhakkak ki bütün üstünlük ve nimet Allah’tandır.


O’ndan gelen her cezalandırma fazilettir. O’ndan gelen her


cezalandırma adalettir. Bunun içindir ki her halükârda övülen


olmalıdır. İyilikte ve kötülükte, bollukta ve darlıkta hamd edilmeyi


hak edendir. Bu, daha yüce ve daha kâmil olandır. Bu ise, özel


sevgidir.


İşte bunlar, kıyamet günü Allah Azze ve Celle’nin Kerim


Vechi’ne (Yüzüne) bakma lezzetini talep edenlerdir. Allah’ın zikri


ve O’na münâcaat ile lezzet alanlardır. Onlar için bu, bir balığın


suya olan ihtiyacından daha yücedir. Hatta onlar bundan uzak


dursalar güç yetiremeyecekleri elem ve acılara kapılırlar. İşte öne


geçenler bunlardır.


Muslim’de gelen rivayette Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsunşöyle


dedi:





Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mekke yolunda


ilerlemekte idi. Derken “Cumdân” denilen bir dağa uğradı ve şöyle


buyurdu: "Yürüyün! Bu Cumân’dır, müferridûn geçtiler." Orada


bulunanlar: Müferridun nedir ey Allah’ın Rasûlü? Diye sordular.


Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah’ı


çokça zikreden kadın ve erkeklerdir."


Diğer bir rivayet ise şöyledir:





Dediler ki: “Mufridun” nedir ey Allah’ın Rasûlü? Diye sordular.


Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah’ın


zikrine düşkün olanlardır. Allah’ın zikri, onların üzerlerinden ağır


yükleri alır ve onlar kıyamet günü hafiflemiş bir şekilde gelirler."


(Bunu Tirmizi rivayet etmiş ve Hadisin “Hasen Garib” olduğunu


söylemiştir.)


[Mecmû’ul-Fetâvâ: 10/84]


İkinci Olarak:


Kemali, Celal oluşu, muhabbeti, ilahlığı, ibadet edilmeyi hak


etmesinden dolayı Allah’ı severse, hiç şüphe yok ki, o, Allah


Subhânehû ve Teâlâ’ya yakınlaşmayı da sever. Allah’ın Vechine


(Yüzüne) bakmayı umar ve O’na kavuşmanın özlemini çeker. O’nun


rızasına kavuşmak için sürekli çaba sarf eder. O’nun yanında iyi


kullardan olmak için O’nun muhabbet ve keremini arzular.


Bunların hepsi de, Allah’ın rızasının mahalli olan cennete


girmekle gerçekleşir. Cennet ehli orada Allah’ın Vechine (Yüzüne)


bakar. Onların kalpleri mabudlarının, ilahlarının muhabbeti ile dolar.


Onlar, ne gözün gördüğü ne kulağın işittiği ne de bir insanın aklına


gelen nimetler içerisinde olurlar.


İşte bu, Allah’ın bize teşvik ettiği cennettir. Peygamberler, Salihler, evliyalar onun özlemini çekerler. Ki kendileri orada Kerim olan Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın civarında olabilsinler. Orada, Allah’ın rızası ve O’na yakın olma ile nimetlenirler. Bu ise


6


cennetteki lezzetlerin en büyüğüdür. Allah Azze ve Celle şöyle


buyurdu:





«Allah, mü'min erkek ve mü'min kadınlara içinde daimî


kalacakları, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetler, Adn


cennetlerinde güzel meskenler va'detmiştir. Allah'ın hoşnudluğu ise,


çok daha büyüktür. İşte, en büyük kurtuluş budur. » (Tevbe: 72)


Bununla öğrenmiş oluyoruz ki, Allah Azze ve Celle’ye


muhabbet ve saygı ile cenneti istemenin, onu talep etmenin, ona


özlem duymanın ve ona ulaşmada hırslı olmanın arasında bir fark


yoktur. Yine ateşten sığınmak v ondan korkmakta böyledir. Hiç


şüphesiz ki Zâtı için Allah’ı seven bir kul, cennetin, Allah’ın rızasını


kazananların diyarı ve O’nun ikram ettiklerinin diyarı olduğunu


gözünde canlandırır, bunu tahayyül ederse, muhakkak ki o, onda


Allah Azze ve Celle’ye yaklaşmak için muhabbeti, sevgisi ve ona


olan özlemi artar. Hal böyle olunca hiç şüphe yok ki o, Cennete


girmek için çalışacak, onda yüce derecelere kavuşmak için çaba sarf


edecek, dünyadaki itaatlerinin sevabını Allah Azze ve Celle’den


umacak, O’na yakınlaşmayı isteyecek; alçaklık, uzaklaşma, öfke ve


azab diyarı olan Cehennemden onu uzaklaştıracaktır.


Üçüncü Olarak:


Ve sen -soru soran kardeşimiz- anlattıklarımı benimle beraber


düşündüğün zaman, Cenneti arzulamak ve Cehennemden


korkmanın; Allah’ın muhabbeti, saygı ve tazimi ile zıt düştüğü


zannının hata olduğunu öğrenmiş oldun. Çünkü Allah’a olan


muhabbet; O’na olan özlem, O’na yakın olmayı arzu etmek, O’nun


rızasına koşmak ve O’nun gazabından uzak olmak manasına gelir.


Ancak insanlardan birçoğu, Cennet nimetlerinin sadece yeme,


içme, huriler ve benzeri hissi nimetlerden oluştuğu vehmine


kapılırlar ki, bununla Allah’ın muhabbeti ve ibadeti ile Cenneti


isteme ve Cehenneminden sığınma arasındaki zıtlık zihinlerinde


canlanır.


7


Şeyhul-İslam İbnu Teymiyye -Allah ona rahmet etsin- şöyle der:


“Burada: "Ben sana ne Cennetine olan özlemimden ne de


Cehenneminden korkarak ibadet ediyorum" sözünü söyleyen


kimsenin şüphesi ortadan kalkmış oldu.


Muhakkak ki bu sözü söyleyen kimse ve ona bu konuda uyanlar,


Cennetin insanların faydalandığı yeme, içme, giyinme nikâh ve


benzeri şeylerin müsemması altına girdiğini zannetmişlerdir. Bu


yüzden dolayıdır ki, şeyhlerden bazıları Allah Azze ve Celle’nin:





«Sizden bir kısmınız dünyayı, bir kısmınız da âhireti istiyordu.»


(Âli İmrân: 3/152) âyetini duyduğunda: Allah’ı isteyenler nerede?


diyerek hata etmiştir. Bir başkası da:





« Allah, mü'minlerden, cennet kendilerinin olmak şartıyla


canlarını ve mallarını satın almıştır. » (Tevbe: 9/111) âyetini


duyduğunda şöyle demiştir: Şayet nefisler ve mallar Cennette ise


Allah’ın Vechi’ne bakmak nerede?!


Bunların hepsi de onların Cennete Allah’ın Vechi’ne bakmanın


girmeyeceği zanlarından dolayıdır. Hakikat şudur ki, Cennet, bütün


nimetlerin toplandığı yerdir. Cennette bulunan nimetlerin en yücesi


de Allah’ın Vechi’ne (Yüzüne) bakmaktır. Bu ise daha önceki


delillerde belirttiğim gibi Cennette elde edilen nimetlerdendir.


Cehenneme girenler de Rablerini göremeyeceklerdir. Bununla


beraber bu sözü söyleyen kimse ne dediğini bilmiş olsaydı, o şunu


kastederdi: Şayet sen (ey Allah’ım!) Cehennemi yaratmamış


olsaydın veya da Cenneti yaratmamış olsaydın yine Sana ibadet


etmek farz olurdu, Sana yaklaşmak farz olurdu, Senin Vechi’ne


bakmak gerçekleşirdi. Burada Cennetten kasıt, insanların


faydalandığı şeydir.”


[Mecmû’ul-Fetâvâ: 10/62,63]


İbnul-Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle der:


“Hakikat olan şöyle demektir: Cennet, ağaçlar, meyveler, yeme, içme, huriler ve saraylardan oluşan mücerret bir isim değildir.


8


İnsanların birçoğu Cennetin isimlendirilmesinde hata etmektedirler.


Muhakkak ki Cennet, mutlak ve kâmil nimetler diyarının ismidir.


Cennet nimetlerinin en yücesi de Allah Azze ve Celle’nin Vechi’ne


(Yüzüne) bakmak, O’nun kelamını dinlemek, gözün nuru O’na ve


rızasına yakınlaşmaktır. Bunun yanında hiçbir lezzet, ne yeme, ne


içme, ne elbise, ne de başka bir şey onunla asla nispet edilemez.


Kolay olan rızasından daha kolay, onda Cennetlerden daha


büyüktür. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:





«Allah'ın hoşnudluğu ise, çok daha büyüktür. » (Tevbe: 9/72)


İspatın siyakında onu gizleyerek gelmiştir. Yani, hangi şey,


Allah’ın, kulundan razı olmasından ki o Cennetten daha büyüktür?


Senden az da olsa gelen beni ikna eder


Lâkin senin az olanına az denilmez


Kıyamet Günü, Allah’ın Vechi’ni (Yüzünü) görme ile alakalı


gelen sahih rivayette Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle


buyurdu:





"Vallahi Allah Azze ve Celle sizlere kendi Vechi’ne bakmaktan


daha sevgili gelen bir şey vermemiştir."


Başka bir hadiste de şöyle buyurur Allah Rasûlü sallallahu aleyhi


ve sellem:





"Allah Subhânehû ve Teâlâ onlara göründüğü zaman, O’nun


Vechi’ni apaçık bir şekilde görürler. O anda içinde bulundukları


bütün nimetleri unuturlar ve onları ihmal eder ve onlara iltifat


etmezler."


Hiç şüphe yok ki bu durum böyledir. O, insanların akıllarına gelenden veya hayal ettiklerinden daha yücedir. Özellikle de orada muhabbet ile sevgili olanlar kazandığında. Muhakkak ki kişi sevdiği ile beraberdir. Bu hükümde tahsis etme yoktur. Bilakis bu, şahid ve


9


gâib tarafından sabittir. Hangi nimet, hangi lezzet, hangi göz nuru ve hangi başarı, bu birlikte olma nimetine, onun lezzetine ve onunla gözünün nuruna yakın olabilir? Ondan daha üstün bir şeyin olmadığı, ondan daha olgun, daha güzel göz nurunun asla olmadığı sevgili ile birlikte olma nimetinden daha üstünü var mıdır? Vallahi bu, mahbubun (sevgilinin) hazır olduğu bayraktır, başı ârifler olan sancaktır. O, “Cennet ve Hayatı” diye isimlendirilen varılacak yerdir. Onunla Cennet güzelleşir ve onun üzerine ayakta durur. Öyleyse nasıl olur da: “Allah’a, ne Cennetini talep ederek ne de Cehenneminden korkarak ibadet edilmez” denebilir? Yine Cehennem de böyledir. Allah bizleri ondan korusun. Çünkü Cehennem ehli için Allah Azze ve Celle’yi görememeleri, O’nun hakareti, gazabı, öfkesi ve O’ndan uzaklaşmaları, onarın bedenlerinin ve ruhlarının ateşle yanmasından daha yücedir. Bununla beraber kalplerindeki bu ateşin tutuşması, bedenlerinde ateşin tutuşmasını gerekli kılar, ondan yana yaklaşır. Nebiler, resuller, sıddıklar, şehidler ve salihlerin istedikleri Cennettir ve onlar Cehennemden Allah’a sığınırlar. Allah yardımcımız olsun. Sadece O’na tevekkül ederiz. Allah’tan başkasında güç ve kuvvet yoktur. Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.” [Med’aricus-Sâlikîn: 2/80,81] Allah en iyi bilendir.





MÜSLÜMAN KARDEŞLERİ VE


ARKADAŞLARI SEVDİĞİNİ AÇIKÇA


BEYAN ETMEK





MÜSLÜMAN KARDEŞLERİ VE ARKADAŞLARI


SEVDİĞİNİ AÇIKÇA BEYAN ETMEK


Bir müslüman kardeş, başka bir müslüman kardeşini sevdiği


zaman, sevdiği bu kardeşe: Seni Allah için seviyorum, demesi


gerekir mi?


Hamd, yalnızca Allah'adır.


Müslüman kardeşleri ve arkadaşları sevdiğini açıkça beyan


etmek, iyi arkadaşlığın âdâbından, güzel ahlaktan ve fazîletli


karakterlerden birisidir.


Müslüman kardeşini sevdiğini açıkça beyan etmek, müslümanlar


arasındaki dostluk ve sevgi bağlarını arttırır.


Nitekim Enes b. Mâlik'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet


olunduğuna göre, o şöyle demiştir:


ن





"Bir adam, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yanında


otururken birisi ona uğradı ve:


-Ey Allah'ın elçisi! Ben bu adamı seviyorum, dedi.


Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ona:


- Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildirdin (haber verdin) mi?


diye sordu.


Adam:


- Hayır, diye cevap verdi.


Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:


- Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildir (haber ver), buyurdu.


Enes dedi ki:


Adam kalkıp o adama yetişti ve ona:


3


- Seni Allah için seviyorum, dedi.


Adam da ona:


- Beni kendisi için sevmiş olduğun Allah da seni sevsin,


dedi."(Ebu Dâvud; hadis no: 5125. İmam Nevevî, 'Riyâzu's-Sâlihîn';


s: 183'de hadis sahihtir demiştir. Elbânî ise, 'Sahîh-i Ebî Dâvud'da


hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.


Hadisin başka rivâyetlerinde şu ibâre de geçmektedir:





"... Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildir (haber ver). Çünkü bu,


ikinizin arasında sevgiyi daha kalıcı ve sâbit kılar, buyurdu." (İbn-i


Ebi'd-Dünya; 'el-İhvân'; s: 69).


Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet


etsin- bu konuda şöyle demiştir:


"Bu söz, sevgiyi onun kalbine yerleştirir. Çünkü insan, senin onu


sevdiğini öğrendiği zaman o da seni sever. Bununla birlikte diller


telaffuz etmeseler bile, kalpler birbirlerini tanır,


birbirleriylekaynaşırlar ve birbirlerine yakınlık duyarlar.


Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda


şöyle buyurmuştur:





"İnsanların ruhları, karşılıklı veya karışık olarak biraraya gelmiş,


toplanmış cemaatler gibidirler (kimisi Allah'ın tarafındadır, kimisi


de şeytanın tarafındadır). Onlardan (bedenlere henüz yerleşmeden


önce) tanışanlar birbiriyle kaynaşırlar (dünyada aralarında ülfet ve


merhamet oluşur), (ruhlar âleminde) birbirleiyle tanışmayanlar ise,


birbirlerinden ayrılırlar (birbirleriyle anlaşamazlar)." (Buhârî ve


Müslim).


Fakat insan bunu diliyle söylerse, bu davranış, kalpte onun daha


fazla sevilmesine vesile olur. Bu sebeple sen: Ben, seni Allah için


seviyorum, dersin." (Riyâzu's-Sâlihîn Şerhi".


Mikdâm b. Ma'dî Kerib'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet


olunduğuna göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle


buyurmuştur:





"Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu


sevdiğini ona bildirsin (haber versin)."(Tirmizî; hadis no: 2392.


Elbânî; 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha'; hadis no: 417'de hadisin hasen


olduğunu belirtmiştir.)


Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib'den -Allah ondan râzı olsunrivâyet


olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellemşöyle


buyurmuştur:





"Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu


sevdiğini kendisine açıklasın. Çünkü bu davranış, kaynaşmada daha


hayırlı ve sevgide daha kalıcıdır." (Elbânî, 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-


Sahîha', hadis no:1199'da şöyle demiştir: Hadisi, Veki' "Zühd", c: 2,


s:67'de sahih bir senedle Ali b. Hüseyin'den merfu' olarak rivâyet


etmiştir.)


(Elbânî) Dedim ki: "Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib, Buhârî ve


Müslim'in râvilerinden değerli bir sikadır. Dolayısıyla hadis, isnadı


sahih olan mürsel hadistir.Yine, hadisin başka bir şâhidi


(destekleyen delili), Mücâhid'den rivâyet edilen başka bir mürsel


hadistir. Bunu İbn-i Ebi'd-Dünya; "Kitabu'l-İhvân'da rivâyet etmiştir.


Aynı şekilde "el-Fethu'l-Kebîr'; c : 1 , s : 6 7. H ad isin b aşk a b ir


şâhidini de Yezîd b. Nuâme ed-Dabbî'nin "el-Kitabu'l-Âhar"; s:


1726'da tahric etmiştir.Bu sebeple hadis, bütün yollarıyla -inşaallahhasen


hükmündedir."


Bundan da kasıt: (Bu davranış,) müstehaptır, zorunlu ve farz


değildir.


el-Menâvî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:


"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:





"Sizden biriniz arkadaşını sevdiği zaman, evine gelsin ve onu Allah için sevdiğini ona haber versin." (Ahmed) "Yani mendup olarak onu sevdiğini ona haber versin.". Ona: Seni, iyilik veya başka bir şey için değil, yalnızca Allah için seviyorum, demesidir. Çünkü bu söz, samimiyet, dostluk, kaynaşma ve sevgi için daha kalıcıdır. Bununla sevgi artarak büyür, söz birliği sağlanır, müslümanlar arasındaki bütünlük düzene girer ve müslümanlar arasındaki kin, haset ve öfke gibi zararlı şeyler ortadan kalkar. Bu ise İslâm şeriatının güzelliklerindendir." ("Feyzu'l-Kadîr"; c: 1, s: 319). Bu konuda (173) nolu sorunun cevabına da bakabilirsiniz. Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.





İbadet, Muhabbet ve Yüceltmedir, Meşakkat ve


Zorluk Değil !





İbadet, Muhabbet ve Yüceltmedir, Meşakkat ve Zorluk


Değil !


Bir erkek için, kadınlar gibi ibadette dinlenme zamanının


olmayışının hikmeti nedir? Mesela, biz kadınlar Ramazan ayı


orucunu tutuyoruz, hayız durumunda ise oruç tutmuyoruz. Namaz


kılıyoruz, hayız ve nifas halinde namaz kılmıyoruz.


Hamd, yalnızca Allah'adır.


İbadet, meşakkat ve zorluk değildir ki bir Müslüman ondan


dinlensin. Bilakis ibadet, Allah için muhabbet ve tazimdir, O’nu


yüceltmedir. İbadeti doğru bir şekilde Allah’a yapmaya sevk eder.


Allah Subhânehû ve Teâlâ’yı memnun etmeye iletir. Bir Müslüman


ibadet ile Rabbi’si ve Mevla’sı önünde son derece itaatkâr olur.


Allah’a yönelerek O’na nida eder ve O’na münacatta bulunur.


O’ndan rahmetini umar. Allah Azze ve Celle’den fazlını, kemini ve


yakınlaşmayı ister. Bu durumda olan bir kimse ne bundan


vazgeçmek ister ne de bundan muaf tutulmak. İbadet ve itaat


zamanlarını daha fazla çoğaltmak ister. O zaman onun hali: "Namaz


ile bizi rahatlat ey Bilâl!" diyen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve


sellemin hali gibi olur.


İbnul-Kayyim -Allah ona rahmet etsin- şöyle dedi:


“Hiç şüphe yok ki, kulluğun kemali, muhabbetin kemaline


bağlıdır. Muhabbetin kemali ise sevilenin (mahbubun) nefsinde


kemaline bağlıdır. Allah Subhânehû ve Teâlâ her açıdan mutlak


kemale sahiptir. Asla O’nda bir noksanlık düşünülemez. Bu


durumda olanın kalpleri ondan yana sevmediği bir şey olamaz.


Fıtratı üzere ve selim bir akla sahip olduğu müddetçe bu böyle


devam eder. Bütün bu şeyleri sevdiğinde, Allah’a kulluk ve itaati


gerektiren sevgiden kaçınılamaz. Bunu, Allah’a olan


kullukta/ibadette O’nun rızası ve bunda elinden geleni yapma ve


O’na yönelme takip eder. Bu sebep, kulluğa/ibadete ileten en güçlü


ve en kamil sebeplerdir. Şayet emirden, yasaktan, sevap ve cezadan


3


kurtulsa bile elinden geleni yapar ve kalp hak olan mabudu seçer.


Seleften bazısı şöyle demiştir: “Onun sözünden çıkaramadığını


kalbimin sevgisinden çıkarır.” Ömer -Allah ondan razı olsun-


Suheyb’e şöyle dedi: “Şayet Allah’tan korkmasaydı Ona isyan


etmezdi.”


Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin ayakları


yarılıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine: Senin geçmiş ve gelecek


günahların bağışlandığı halde neden böyle yapıyorsun? Diye


sorulduğunda, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: "Allah’a


şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştur.


Allah Subhânehû ve Teâlâ, ibadet edilen, hamd olunan ve


sevilendir. Çünkü O, bunun ehli ve onu hak edendir. Bununla


beraber Allah Subhânehû ve Teâlâ kullarının güçlerinin yetmediği,


iradelerinin yetişmediği ve akıllarının tasavvur edemediği derecede


ibadete layıktır. Kullarından hiçbiri Allah Azze ve Celle’ye hakkı


gibi ibadet/kulluk edemez. Muhabbet ve hamdden yana hakkını


yerine getiremez. Bunun içindir ki, yarattıklarının en üstünü ve en


kâmili, Allah Azze ve Celle’yi en iyi tanıyan, O’na en sevgili gelen,


O’na en itaatkâr olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle


buyurmuştur: "Ben sana senayı sayamam." Allah Rasûlü sallallahu


aleyhi ve sellem kendi amelinin kurtuluş için yeterli olmadığını


haber vermiştir:





"Sizden hiçbirinizin ameli kendini kurtaramaz!" Orada


bulunanlar: Seni de mi ey Allah’ın Rasûlü?! Diye sordular. Allah


Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Evet, beni bile.


Ancak Allah beni fazlı ve rahmeti ile acıyıp korudu ve himaye etti."


Allah’ın salat ve selamı, gökte yarattıklarının sayısınca, yerde


yarattıklarının sayısınca, ikisi arasındakinin sayısınca, yarattıklarının


sayısınca peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin


üzerine olsun.


Merfu olarak gelen meşhur bir hadiste şöyle denilmektedir:





"Meleklerden öyleleri vardır ki, yaratıldığı günden beri başını


kaldırmadan Allah’a secde etmektedir. Meleklerden kimileri de


yaratıldığı günden beri başını kaldırmadan rükû etmektedir ve


kıyamet gününe kadar da bu hal üzere devam edecektir. Onlar


kıyamet günü şöyle diyeceklerdir: Allahım! Biz seni her türlü


noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Sana gereği gibi ibadet edemedik."


(İbnul-Kayyim’in sözleri burada bitti.)


[Miftâhu Daris-Seâde: 2/88-90]


Ayrıca (49016) numaralı sorunun cevabına bakın.


Allah Azze ve Celle en iyi bilendir.



Son G?nderiler

MÜSLÜMAN BİR VAZİDEN ...

MÜSLÜMAN BİR VAZİDEN HIRİSTİYAN BİR KİŞİYE MESAJ

ALTI GÜN ŞEVAL orucun ...

ALTI GÜN ŞEVAL orucunun fazileti

HİZİPÇİLİK VE ALLAH’A ...

HİZİPÇİLİK VE ALLAH’A DAVETTE OLUMSUZ ETKİLERİ...

KURAN-I KERİM'DEN FAY ...

KURAN-I KERİM'DEN FAYDALANMANIN ŞARTLARI