Şirk ve Küfrün Çeşitleri
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm, Rasûlullah’ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları
dost edinenlerin üzerine olsun...
Tevhidin sirkle olan savası, Nûh Aleyhisselâm’ın kavmini, putlardan sakındırıp sadece Allah’a ibadete davet ettigi günden
beri devam etmektedir.
Nûh Aleyhisselâm’dan sonra da Rasüller geldi ve gönderildikleri toplumları yalnız Allah’a ibâdet etmeye davet edip
tapınageldikleri seylerin ibâdete layık olmadıklarını onlara anlattılar. Bu hak batıl mücadelesi, Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem gelinceye kadar da böylece devam etti. Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisine nübüvvet verilmeden
önce de çevresinde “sâdıkû’l-emîn/dogru ve güvenilir” olarak bilinmesine ragmen onları tevhide, yalnız Allah’a kul olmaya
davet ettiginde, “yalancılık ve sihirbazlıkla” suçlandı.
ste bu, toplumlarını sirkten arındırarak tevhid inancına çagıran her peygamberin karsılastıgı bir durumdur. Bu mücadele her
zaman varolmustur.
Tevhid inancının varlıgı ile yoklugu arasında tehlikeli bir nokta olması hasebiyle sirk ve çesitleri hakkında kardeslerimizi
biraz daha aydınlatmayı hedef edinerek risâlemizi sunuyor ve Allah’tan basarı diliyoruz.
“Allah, kendisine ortak kosanları bagıslamaz. Bundan öte diledigine, diledigi kimse için bagıslar. Her kim Allah’a ortak
kosarsa, süphesiz büyük bir iftirada bulunmustur” (Nisâ, 4/48).
“Süphesiz kim Allah’a ortak kosarsa, Allah ona cenneti haram kılmıstır ve onun gidecegi yer Cehennemdir. Zalimlere orada
bir yardımcı da yoktur.” (Mâide, 5/72).
nsanın, Allah azze ve celle’ye karsı açıkça isyanı oldugu için sirk, en büyük bir suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen
Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun).
“Süphesiz kitap ehli ve müsriklerden Kafir olanlar, Cehennem atesinde ebedi olarak kalacaklardır. Onlar insanların en
kötüleridirler” (Beyyine, 98/6).
Öyleyse sirk nedir?
Sirk; Allah’a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortagı, dengi bulunduguna inanmak ve bunu
kabul etmektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, sirk te tamamen Tevhidin zıttıdır.1
Sirkin Çesitleri:
1. Büyük Sirk
Birseyi Allah’a denk tutup ona ibadet etmek, lah’mıscasına ona itaâtte bulunmak, hem onun hem de Allah’ın emirlerini denk
görerek ortak kosmak, veya o seyi Allah hükmünün önüne geçirmektir. Bazı hallerde Allah’ın hükümlerinin geçerli
olamayacagına inanmak ta bu kabildendir. Kisi bu durumda geçerli gördügü kanunları Allah’ın hükümlerine tercih ettigi için
bilerek-bilmeyerek sirke düsmüs olur. Süphesiz bu kelimenin tek anlamıyla, sirkin en agırı olup bu durumdaki kimse
slâmdan çıkmıs ve bu durum üzere ölen kimse de ebedî cehennemde kalmak üzere müsrik olarak ölmüstür. (Allah korusun).
Bunun da bazı kısımları vardır; 2
• taâtta Sirk
Allah’ın hükmünden baskasını kabul etmek, mesrû görmek veya onun Allah’ın hükmünden üstün yönleri olduguna
inanmaktır. Hüküm ve hakimiyet yalnızca Allah’a has bir haktır. (Hiçbir mahlûkun hükme ehliyeti yoktur. nsan yalnızca
Allah’ın hükümlerini uygulamakla memurdur),
“Hüküm yalnız Allah’ındır” (Yûsuf, 12/40).
Allah’a isyan olan bir ameli helal görecek kadar alim veya seyhlerine uyanlar (Allah korusun) bu sınıftadırlar.
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp alimlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oglu Mesih’i rabler
edindiler” (Tevbe, 9/31)
Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Tirmîzi’de yer alan sahih bir hadiste bu ayeti Adiy b. Hâtim’e, “Hıristiyanlar
alimlerine helali haram, haramı da helal kılmalarında itaât ediyorlardı. Kim Allah’tan baskasına seriat koyma, (hayata
tümüyle yön verme) hakkı iddia ederse Allah’tan indirileni inkar etmistir” -seklinde açıklamıs, sonra da su ayeti okumustur,-
“Allah’ın indirdigiyle hükmetmeyenler, iste onlar kafirlerin ta kendileridirler” (Mâide, 5/44).
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır,
5
“Bilesiniz ki, yaratmak ta, emretmek te O’na mahsustur” (A’raf, 7/54).
“Bilesiniz ki, ... O’na mahsustur” ifâdesi, bu hakkın baskasına nisbetin asla mümkün olmadıgına açık bir delildir. Ayette
görüldügü üzere yaratma ve emretme hakkını, Allah’tan baskasına nisbet eden kimse slâm milletinin dısına çıkmıs, müsrik
olmustur.
Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan yalnız Yaratıcıdır, Allah azze ve celle’dir. Yarattıklarının yararına olanı en iyi
bilen de sadece O’dur. O’ndan baskası hiç bir sey yaratmamıstır.
Allah’tan baskası, yaratılmıs oldugundan acizdir, kendinde bile bilmedigi sayısız husus vardır. nsan bunu bile bilmekten
âcizken yaratılmıslara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki? Bu da gösteriyor ki, insanlar tarafından hayata bir sistem
olarak yön vermesi üzere konulan bütün kanun ve düzenler batıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek asla câiz degildir. Hakimiyet
ancak Allah’ındır, O’ndan baskasının, kendinden bir hüküm getirme hakkı asla yoktur. (En maddesel konularda bile insan,
dün inkar ettigini bugün ikrar veya dün ikrar ettigini bugün inkar ediyorsa bu âciz haliyle -Yaratıcısını ve de O’nun
hükümlerini inkar ederek- ortaya koyacagı hayat sistemi elbette batıl olacak ve elbette her seyi ilmiyle kusatan hiçbir
noksanlıgı olmayan yüceler yücesi Allah’ın kanunları yegâne, alternatifsiz dogrular olacaktır). Allah’tan baskasının
kanunlarına Kur’âni ifadeyle, “Cahiliyye hükümleriyle hükmetme” denilmektedir. Burada Allah azze ve celle, kendi hükmü
dısında geçerli veya hayırlı olabilecek bir hükmün olmadıgını açık ve kesin olarak bildirmistir. 3
• Duâda Sirk
Hastalıktan sifa, musibetten afiyet, rızık genisligi vb. gibi ancak Allah’ın kâdir oldugu hususlarda ister Peygamber veya alim
olsun, ister salih bir kul olsun mahluklardan medet ummak ya da Allah’a yapılan duâda onlara seslenip aracılar kılmak bu
kabildendir. Zira onlar da duâyı yapan gibi yaratan degil amellerini kesbeden kullardır. Sifa bulmak veya nazar vs.’den
korunmak için muska vb. seyler edinmek te böyledir, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, “süphesiz, muska ve
temîmeler sirktir” ve “Kim boynuna muska takarsa Allah ona afiyet vermesin” buyurmustur.4 Duâ ibadettir ve de tüm
ibâdetler ancak Allah’a mahsus kılınmalıdır. Allah’a ibâdette hiçbir sey, hiçbir kimse ortak edilemez,
“De ki: ben, yalnızca sizin gibi bir beserim. (Su var ki) bana, ilâh’ınızın sadece bir ilâh oldugu vahyolunuyor. Artık her kim,
Rabbine kavusmayı umuyorsa, salih amel yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir seyi ortak kosmasın” (Kehf, 18/110)
“Allah’ı bırakıp ta sana fayda veya zarar vermeyecek seylere tapma. Eger bunu yaparsan, o taktirde sen mutlaka zalimlerden
(müsriklerden) olursun” (Yûnus, 10/106). 5
• Niyet ve Gâyede Sirk
Genellikle amellerde ortaya çıkan ve kisinin tümden Allah’a itaattan yüzçevirmesi, uzaklasması seklindeki sirktir. Amelini
dünyevî çıkarlar için yapan Allah’ın rızasını gözetmeyen kisi bu sirke düsmüs olur, ki bu itikadî bir sirktir.
“Kim, (yalnız) dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların islerinin karsılıgını orada onlara tam olarak veririz ve
onlar orada hiçbir zarara ugratılmazlar. ste onlar, ahirette kendileri için atesten baska hiçbir seyleri olmayan kimselerdir;
(dünyada) yaptıkları da bosa gitmistir, halen yapmakta oldukları seyler zaten batıldır” (Hûd, 11/15-16). 6
• Sevmede Sirk
Baskasını Allah’ı sever gibi ya da O’ndan daha fazla sevmekledir. Bu da sirktir. Sevgi ihlasla boyun egmenin bir
göstergesidir.
“nsanlardan bazısı Allah’tan baskasını Allah’a (hasa) esler ve benzerler edinir de onları, Allah’ı sever gibi severler. man
edenler ise daha çok Allah’ı severler” (Bakara, 2/165). 7
• Hulûl Sirki
Birlesme anlamına gelen ittihâd sözcügü ile de dile getirilen hulûl inancı (Allah’ın -hâsâ!- kulda çözülmesi), tasavvufa
sonraları ran ve Hrıstiyan kültürleri ile yeniplatoncu felsefenin de etkileriyle ve özellikle sii tarikatlar kanalıyla girdi. Asırı
siiler, Allah’ın önce Ali Radıyallahu anh’a sonra da imamlara ve öteki siâ ulularına hulûl ettigini öne sürerler. Bu akımın
önemli temsilcilerinden olan (Ben lâhım) sözünden dolayı idam edilen Hallâc-ı Mansûr, tutkularına hakim olarak nefsini
egiten kimsenin insâni niteliklerden sıyrılarak arınıp saflasacagını, böylece Allah’ın o kula hulûl edecegini savunur.
Yaygınlasan ve genis bir yandas kitlesince benimsenen bu düsünceler bn-i Arâbi’nin sistematize ederek hararetle savundugu
Vahdeti Vücûd adı verilen tasavvuf akımının köklesmesine yol açtı. Bu inançla insan ve Allah’ın bir bütün (?!) olarak
degerlendirildigi, Allah’ın -hâsâ!- kulunda çözülecegi böylece aynı vasıflarla muttasıf olabilecegi öne sürülmüstür ki, bu da
maalesef bir çok tarikat tarafından ögretilegelmistir.8
• Tasarruf ta Sirk
Allah’ın Rububiyeti geregi O’na mahsus olan kâinattaki tasarruf ve tedbiri bir takım salih kimselere nisbet etmek, onların da
bu hususta güç sahibi olduguna inanmaktır. Bu salih insanların elbette diger insanlardan faziletli yanları olabilir ancak bu
Allah’a mahsus olan vasıflara nisbet edilmelerine varacak sekilde degildir. Peygamber de olsa bu böyledir. Örnegin mutlak
gaybı Allah’tan baska kimse bilemez. Dolayısıyla Allah’tan baskasının gaybı bildigi iddiası kisiye, Allah adına bilmedigi bir
seyi söyledigi için büyük bir sorumluluk getirir, sahibini küfre götürür (Allah korusun),
“...Eger gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanan bir
kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim” (A’raf, 7/188).9
• Korkuda Sirk
Allah’a ve ahirete olan iman zayıflıgının veya batıl inancın bir neticesi olarak kisinin; Allah’tan baskasının fayda ya da zarar
verebilecegine inanması, korkuda baskalarını Allah’a denk tutmasıdır. Beseri sistemlerin baskısından korkarak farzları
terketmek de böyledir. Dogrusu insan Allah’tan korkmalı ve bu korkusu onu daha fazla itaâta sevketmelidir.
Ancak yırtıcı hayvanlardan veya bir zalimden korkmak gibi dogal korkuya gelince ser’an mümkündür ve bu da sirk
sayılmaz. Allahu Teâla, Musâ Aleyhisselâm’ı su ayette bu tür bir korkuyla vasfetmistir,
“...Etrafını kollayarak, korkuyla oradan ayrıldı” (Kasas, 28/21). 10
• Tevekkülde Sirk
Tevekkül, sebepleri yerine getiren insanın, Allah’ı vekil kılması, O’ndan isinde muvaffakiyet vermesini istemesi ve yalnız
O’na güvenmesidir,
“Sen, ölümsüz ve dâima diri olan Allah’a tevekkül et...” (Furkân,25/ 58).
Bunun için Allah’tan baskasına veya sebeplere tevekkül etmek caiz degildir.
Sirk olan tevekkül ise; Ancak Allah’ın kudreti dahilinde olan seylerde Allah’tan baskasına kalben tevekkül edip baglanmaktır
veya Allah’tan baskasını rızık alıp veren olarak görmektir.
Küçük sirk konusuna geçmeden önce çokların bilmeden düstügü bazı önemli ve de hassas noktalara deginmekte yarar var,
bunlar;
Sifayı mutlak sûrette doktor veya ilaca baglamak. Din ve dünya islerinde basarılı olmayı Allah’ın yardım ve izni olmaksızın
yalnız zekâ, gayret ve çalısmaya baglamak. Kulların kanun, hüküm koyabileceklerine dair inanıs. Ölüm nedenlerini mutlak
surette trafik kazalarına veya yanlıs ilaç kullanımına vs.’ye baglamak vb. gibidir. Bu izafetleri mutlak olarak yapmaktan çok
sakınmalıdır. 11
2. Küçük Sirk
Küçük sirk, slam dairesinden çıkarmayacagı gibi tevhidin aslına da zarar vermez. Ancak bu tevhidin kemaline aykırıdır.
Küçük sirk, büyük sirke yol açan vesiledir. Bunun da bazı kısımları vardır. Bunların baslıca olanlarını Allah’ın yardımıyla
zikretmeye çalısacagız. 12
• Kavlî Sirk
Allah’tan baskasına yemin etmek gibi kisinin lisanıyla isleyebilecegi sirk türüdür. “..senin sayende”, “-Allah’tan baskası içinhâkimler
hâkimi” gibi sözler ve de kisiyi Abdu’n-nebî, Abdu’l-hüseyin gibi isimlerle Allah’tan baskasının kulluguna nisbet
etmek bu kabildendir. “Kur’an evliya çarpsın!”, “ekmek mushaf çarpsın!” vb. sözler de bu sınıftandır. Bunların tümünden
sakınmalıdır. 13
• Fiilî Sirk
Bazı seyleri ugurlu yahut ugursuz saymak gibi inanıslardır. Bazı hayvanları, kusları veya günleri ugursuz saymak; ugursuz
oldugu inancıyla bazı seyleri terk etmek, kahinlere gitmek onları tasdik etmek, kayıp seyleri bulmak üzere onlardan yardım
istemek, fal bakmak veya baktırmak, niyet çekmek, türbelere para atmak, ip baglamak (itîkad edilmemesi kosuluyla!)
böyledir.
“...Sizin ugursuzlugunuz sizinle beraberdir...” (Yâ’sîn, 36/19),
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, “Ugura inanmak sirktir” buyurmustur.14
• Kalbî Sirk
Riyâ, söhret sevgisi, bazı amelleriyle dünya ve dünyalıgı ahirete tercih edercesine arzu etmek gibi hususlar kalbî sirktir.
Bunu dört sekilde inceleyebiliriz;
1. Dünyevi bir menfaat saglamak için amel yapmaktır. Kisi, amelinin ecrini dünyada alır ahirette ise bir nasibi yoktur. Bu da
büyük sirktir.15
2. nsanların hosnutlugu için yapılan Allah’ın azabından sakınma hedefi güdülmeyen amellerdir.
3. Mal edinebilmek, evlenebilmek için hacca gitmek, ganimet için cihâda gitmek veya makam elde etme gayesiyle slâmi
ilimler okumak bu tür sirktendir. Burada da hedef Allah’ın rızası degil, hevâ ve hevestir.
4. Baskalarının rızasının gözetilmedigi halde husû ve takvâsızlıktan dolayı ifsad edilmis amellerdir,
“... “Allah ancak müttakîler (takvâ sahiplerin)’den kabul eder”” (Mâide, 5/27).
Bu amel de kisiye ahirette bir yarar saglamaz. yi ve kötü amel birbirine karısmıs, kötü olan galip gelmistir.
Dogruluklarına kalben itikâd edilmesi halinde bunlar büyük sirke dönüsür ki Allah azze ve celle hepimizi bunlara düsmekten
korusun (Âmin). 16
• Gizli Sirk
bn Abbâs Radıyallahu anhümâ, “Allah ve sen dilersen” gibi bir sözün “Allah ve falanca dilerse” anlamında oldugunu
söylemis ve bunun gizli sirk oldugunu belirtmistir. Bu ifadenin yerine “önce Allah, sonra da falanca dilerse” kullanılması
gerekir. “Önce Allah, sonra da senin sayende” demeli Allah’a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır. Buna düsen Yine “Allah’a
ve sana güveniyorum” degil, “önce Allah’a, sonra da sana güveniyorum” denmelidir. Zira “ve” edatı esitligi gerektirir.
“Sonra” kullanarak derece farkını ispat etmek sarttır.
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, bunun keffâretini söyle bildirmistir,
“Kim Lât ve Uzza’ya yemin ederse (hemen ardından) “Lâ lâhe ll’allah” desin. Kim arkadasına, “Gel! bahis -iddialasmak
ve kumar- oynayalım derse, sadaka versin”17
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, her tür sirkten su duâyla Allah’a sıgınmamızı bizlere ögretmistir,
“Rabbimiz, bilerek sana ortak kosmaktan sana sıgınırız, bilmedigimizden de bagıslanmamızı dileriz”18
mana Zarar Veren Ameller
8
• Sihir: Kalp ve bedene hastalık, ölüm vb. gibi fiziksel etkiler meydana getirebilen, eslerin arasını açan ve cinlerle küfre
düsmeye karsılık isbirligi içinde bulunan kimselerin bazı muska, üfürük, tılsım vs. ile yaptıgı bir fiildir. Bu, ameli küfür
oldugu gibi bu islerle ugrasanlar da kâfirdir.19
• Kâhinlik: Medyumluk olarak da isimlendirilen kehânet, gelecegi bildirme iddiasıdır. Kâhin veya medyum, Allah’tan baska
kimsenin bilemeyecegi gaybî seyleri, gelecegi bildigini iddia eder ki, bu haliyle Allah’ı inkar ederek kafir olmus olur.
Sözlerini dogrulayan da küfre düser.20
• Sihri çözmek: Sihre maruz kalan kimseyi Allah’ın izniyle kurtarmak biri mesrû digeri ise haram olmak üzere iki yolla
mümkündür:
a) Sihri, sihirle çözmek; bu küçük küfürdür.
b) Sihri Kur’ân ve Sünnette sabit olan duâları okuyarak (rukye ile) çözmektir ki, bu câizdir.
• Falcılık ve astroloji: Bazı yıldız ve burçları, yeryüzünde meydana gelen olaylara etkili kabul etmektir ki, kisi isterse bunun
Allah’ın izni’yle olabilecegine inansın sirktir. Sahibini slâmdan çıkarır.
Kur’ân’dan ögrendigimiz kadarıyla yıldızların yaratılma gayesi; gökyüzünü süslemek, yolcuların yollarını belirlemesi ve
“Mele-i A’la”yı dinlemeye kalkan seytanların taslanmasıdır. Ancak yıldız hareketlerinin dünya olaylarıyla karsılastırması
yapılarak benzerlikler bulunmaya gidilirse bu, tevhid akidesinin kemâline aykırı olmakla birlikte sahibini küfre götürmeyen
küçük sirk olur.
• Nazarlıklar, muskalar: Mavi boncuk gibi ister belli vasıflardaki taslar ve ayet, hadis yazılı olsun kagıtlar birlikte
degerlendirilirler. Çünkü bunlar konuya delil teskil edebilecek naslarda umûmen ele alınmıstır. Bunları iki sekilde
inceleyebiliriz,
a) Kur’an’dan olmayanlar: Nisbî veya küllî etkisine inanan büyük sirke düser. Maalesef bunların koruduguna inanmak veya
bir musibetten kurtulmayı bunlara baglamak vb. gibi çarpık inanıslar halk arasında yayılagelmis, böylece fâsid itikadlara
zemin hazırlanmıstır. Bunlardan siddetle sakınmalıdır.
b) Kur’an’dan olanlar: Mütekaddim ulemâdan muhtevanın yalnızca Kur’an ayetleri olması sartıyla bunun câiz olduguna
dâir bazı rivâyetler söz konusu ise de asıl olan delillerin umûmiligi nedeni ile bunun haram olusudur. Bundan kaçınmalıdır.
• Okuma (Rukye): Kur’ân veya Sünnette yer alan; cin ibtilâsı vs. hastalara sifa için okunan zikir ve duâların tümüne verilen
addır.
Rukyenin mesrû olabilmesi için; a) Allah’tan baskasına güvenip ondan medet ummak gibi haram seyler içermemesi, b)
Mânasının anlasılır olması, c) Arapça olması (bilmeyen sifa için kendi dilinde duâda bulunur), d) Allah’ın izni olmadıkça
sifanın hasıl olmayacagına inanılması seklinde bazı kâideler vardır.
Sifa için bilezik, ip veya degisik vasıflardaki tas vs. edinmek gibi mezkûr kâidelerin dısında olan rukye, haram olur.
Zarar ve yarar ancak Allah’ın izniyledir. Allah bütün yaratılmıslar üzerinde tek kuvvet ve kudret sahibidir. Her kim böyle
seylerin hayır ve serre neden olduguna inanırsa büyük sirke, bu yalnız bir süpheden ibaretse küçük sirke düsmüs olur.
Müslümanların bir çok fitne, felaket, belâya maruz kalması, kanlarının ucuz olması, zillet içinde bulunmalarının baslıca
nedeni slâm topraklarında maalesef her çesidiyle yaygın olan sirkî unsurlardır. Akidelerinin berraklıgını gideren sirkî ögeler
ve gerçek tevhid akidesinden yüz çevirmelerinden dolayı Allah’ın üzerlerine bosalttıgı türlü azaplara müstehak olmuslardır.
slâm’dan olmadıgı halde slâm zannedilerek ragbet gören bid’at ve hurafeler bunun vecîz bir göstergesidir. Oysa slâm
bunları ve bunlara götüren yolları yıkıp tevhid akidesini ikâme etmeye gelmisti!..
Müslümanlar neredeyse kendilerinden önceki müsrik kavimler gibi dinlerini oyun ve eglece edinme tehlikesiyle karsı karsıya
geldiler.
Ölmüs salihleri yüceltmeye, onlar için kurban kesmeye, duâlarında onlardan medet ummaya, kabirlerini bayram yerlerine
çevirip onları tavaf etmeye basladılar. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem’in, “Allah katında malukâtın en serlileri”
olarak tanımladıkları kimseler gibi kabirleri ziyaret etmek için sefer eder, oraları mescide çevirir ve onları takdis eder oldular!
Tüm bunlardan daha korkunç olan da, Allah’ın indirdigiyle hükmetmeyi terkettiler!.. Beserî sistemlerle yasar onları destekler
oldular. Onu sever ve savunur oldular! Her ne kadar degisik adlar kullansalar da onlar gibi faiz yemeye basladılar!..
Bu acı tablo karsısında, vaziyetin derdini tasıyan her müslümana, “Ey Rabbimiz! Bize yalnız Senin Hükümleri’nle
yasayabilmek için gayret edecegimiz bir basiret, bir güç ver. Bizleri sirkin her türlü kirinden, tevhidin nûruyla temizle ve bizi
dosdogru yola ilet! Süphesiz Sen her seye gücü yetensin!” diye yalvararak duâ silahına sarılmak ve “Bismillah!” demek
düser!21
9
KÜFÜR
Ser’î ahkâmdan birisi de tekfir meselesidir, yani birinin küfrüne hükmetmektir. Bir söz ve davranıs için nasıl delil olmaksızın
sirk veya küfür hükmü verilemiyorsa, muayyen bir sahsın tekfîrinde de bir takım ser’î kurallar vardır. Yine muayyen bir kisi
kast edilerek delilsiz onun irtidad (dinden dönmek) ettigine hüküm vermek de böyledir. Kisinin sahsı kastedilerek onun
slâmdan çıktıgına veya küfrüne katî olarak hükmetmek, çok sakıncalı ve tehlikesi büyük olan bir ameldir.
Tekfir ve ona mâni olan sartlarda degisik görüsler öne sürülmüstür. Fiili tanımlama ve fâile hüküm vermede Ser’î delil
dogrultusunda hareket eden ve hakka baglanma konusunda Rabb’lerinin kendilerine hidâyet ettigi Ehl-i Sünnet ve’l Cemâat;
bu konuda da Ser’î delilleri esas alarak fiilin hükmünü, küfre götüren ya da götürmeyen seyler olarak belirtmisler, asla baglı
kalmıslardır. Yine aynı esaslar dogrultusunda kisinin sahsını tekfir etme ve etmeme konusunda sartlar belirlemislerdir.
Bununla beraber “Aynî tekfir”i (belli bir kisi hakkında kafir hükmü verme) imkansız görmenin aksine, bunun ancak hâkim
veya kadı tarafından gerçeklestirilecegini, onların yetkisi dâhilinde oldugunu beyan etmislerdir.
Aynı sekilde “Aynî tekfir”de gösterdikleri bu titizligi umumun söz konusu oldugu zamanlarda da sürdürmüslerdir. Ayrıca
slam’a girdigini izhar eden kimsenin müslüman oldugunda tereddüt etmemislerdir.
Bilâkis, muhaliflerinin yaptıkları gibi nasları (Ser’î delilleri) parçalarcasına karsı karsıya getirmeyip, her konuda sadece
hakka ittibâ etmislerdir. 22
Küfrün Tanımı
a) Sözcük olarak: Örtmek, gizlemektir. Zırhını elbisesinin altına giyip örtene “Kad Kefera der’ahu”, “zırhını gizledi” denilir.
“Silahını kusanıp gizlenen adam” denildigi gibi. Hakkın gizlenmesi söz konusu oldugu için imânın zıt anlamlısı olan küfür
kelimesi kullanılmıstır.
b) Terim olarak: Küfür; slam terminolojisinde, kendisi olmadan imânın tamam olmayacagı seyi inkâr etmektir. Bilinmesi
zorunlu, kat’iyet ifâde eden farz veya haram olan bir hükmü inkâr etmek, sehâdet kelimesinin (Eshedü enlâ ilâhe illallah ve
eshedü enne Muhammede’n-Abdûhu ve Rasûluhu) delâlet ettigi mânâyı inkâr etmek gibi küfürdür. Meselâ namazın
farziyetini ya da fâizin haramlıgını inkâr etmek gibi.
Ser’î delillerde küfür sözcügü bazen “slâm’dan çıkartan”, bazen de “slam’dan çıkartmayan ameller” gibi iki manaya delâlet
eder. Dolayısıyla imânın oldugu gibi küfrün de dereceleri, subeleri vardır. Usûlden olan bir seyin inkarında küfrü gerektiren
ve kâfirlerin özelliklerinden olan hasletler vardır. 23
Küfrün Çesitleri
A) Büyük Küfür
Ebedî Cehenneme götüren, imândan eden; kendisi olmadan imânın tamam olmayacagı esasları veya onlardan herhangi birini
inkâr etmektir. Bes kısma ayrılan büyük küfür itikâdî, sözle ya da davranısla olabilir. Bu kısımlar24;
• Yalanlamak Suretiyle Küfre Düsmek:
Peygamberlerin yalancılıgına, gerçegi oldugundan farklı gösterdiklerine itikât etmek ve onların Allah Celle Celalühü’nün
helal ve haram kıldıgının aksine emir ve nehiyde bulundukları gibi bos iddiaları savunmak, kabul etmek bu sınıftandır. Buna
Allahu Teâla’nın:
“Allah’a karsı yalan uydurandan veya kendine gelen hakkı yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Kâfirlerin sanki
Cehennemde barınacak yeri mi yok?” (Ankebut, 29/68) âyeti celîlesi isâret etmektedir. 25
• Tasdiklemekle Beraber Yüzçevirme ya da Kibirden Dolayı nkâr Etmek:
“Onlara; ‘Sana rezil ve bayagı kisiler tâbi olmusken biz sana imân eder miyiz?’ dediler” (Suâra, 26/111) âyetinde Allahu
Teâla’nın Nuh Aleyhisselâm’la ilgili olarak bildirdigi gibi; Hak ehlini, kibirle hakir görmelerinden dolayı asagılayarak
10
Peygamberin getirmis oldugunun hak oldugunu bildikleri halde uymaya râzı olmamak, yüz çevirmek seklinde ortaya çıkan
küfürdür.
blis küfrünü Allah’ın emri’ni inkârdan ziyâde; kibir ve itatten yüz çevirme seklinde ortaya koymustur. Geçmis ümmetlerin
çogu böylece inkâr edip yüz çevirmislerdir. “... Siz de bizim gibi insandan baska birsey degilsiniz...” (brahim, 14/10)
âyetinde oldugu gibi. Bunların kıssalarını Allahu Teâla bizlere bildirmektedir. 26
• Süphe Ederek Küfre Düsmek:
Kendisinden istenilen; Peygamberin getirdigine seksiz, süphesiz yakîn içinde ittibâ etmek oldugu halde, tereddüt edip ne
yalanlaması, ne de tasdik etmesi olmadan vuku bulan küfür seklidir. Kim Peygamberin getirdigi Hakk’ın aksi olabilecegine
itikat ederse, bu süphesi onu küfre düsürmüs olur. 27
•Yüz Çevirerek Küfre Düsmek:
Tasdik veya yalanlama olmadan Peygamber’den (ya da O’nun getirdigi Hak’tan) kulak ve kalbini çevirmesi, O’nu dost
edinmemekle beraber, düsmanlık da beslememesi; ancak dinlemekten de kaçınmasıdır. Böylece Hakkı terkeder, amel
etmedigi gibi ögrenmez de. Ve Hakk’ın söz konusu oldugu yerlerden de kaçar. ste bu sekildeki yüz çevirmesiyle küfre
düsmektedir. 28
• Nifak küfrü:
Bu da kisinin görünüste Peygambere uydugunu ortaya koymakla beraber, kalben O’na karsı çıkması, inkar etmesidir. mânını
izhar edip küfrünü gizlemektedir. Allahu Teâla onlar hakkında söyle buyurmustur:
“Bir kısım insanlar vardır ki: ‘Biz Allah’a ve ahiret gününe imân ettik’ derler. Halbuki onlar, mü’min degillerdir” (Bakara,
2/8)
nançta ve amelde olmak üzere nifâk iki çesittir29:
a) tikâdî Nifak (Büyük Nifak):
O, küfrünü kalbinde gizleyerek imânı dili ve organlarıyla ortaya koymaktır. Sahibi ise Cehennemin en alt tabakasına
gireceklerdendir. Zirâ o, Allah’ın göndermis oldugu Hakkın tamamını ya da bir kısmını yalanlamıs ve Rasûlü’nün temiz
dini’nin üstün gelmesini çirkin bulmus, yine o Rasûlün ortaya koydugu Hakkın tamamını ya da bir kısmını yalanlamak ve
benzeri küfrî amellerde bulunmak suretiyle inkâra gitmis, kâfir olmustur. 30
b) Amelî Nifak (Küçük Nifak):
Bir amelin Seriat’e muhâlif olarak yapılmasıyla ortaya çıkan nifak seklidir ki, sahibi slâm’dan çıkmıs olmaz. Örnegin
konustugunda yalan söylemek sözünde durmamak, emânete hiyânet etmek, anlasmazlık halinde asırı gitmek ve anlasma
yaptıgında onu bozmak vb.
Buraya kadar kendisiyle kulun kâfir olacagı durumlar zikredildi. Ancak daha iyi anlasılması için büyük küfrü üçe ayırarak
misaller verebiliriz31:
1) tikâdi Küfür:
Baslıcaları asagıdaki sekiller olmakla beraber daha fazla sebepleri vardır:
• Allah’ın varlıgında ve birliginde süphe etmek.
• Allah Rasûlü Aleyhi’s-Salâtû Vesselâm’ın Peygamberliginde ya da son Peygamber oldugunda süphe etmek.
11
• Sâbit oldugu tartısılmaz olan; ahiret günü, Cennet, Cehennem, sevap, cezâ, cin, melekler ya da isrâ, mîraç gibi kavramlarda
süphe etmek.
• Kur’ân’dan, bir harf de olsa inkâr etmek ya da O’nda fazlalık olduguna inanmak.
• slam Seriatı dısında baska bir düzeni (kısmen de olsa) kabul etmek ve onun insanlıgın yararına olduguna itikad etmek,
inanmak.
• Allahu Teâla’nın kullarına hulul ettigine (girdigine) inanmak ve O’na (hâsâ!) ortagı, esi veya çocugu oldugu seklinde
kesinlikle münezzeh oldugu sıfatları isnat etmek (Allah korusun!).
• Bes vakit namaz, zekât ve bunun gibi dinen bilinmesi katî olan seylerin vucubiyetini inkâr etmek.
• Dinde helal oldugu katî olarak bilinen; alıs-veris, nikâh gibi konuların haram olduguna ya da haksız yere adam öldürme,
zinâ ve faiz gibi haramlıgı kati olan seylerin helal olduguna itikat etmek.
• Allahu Teâla’nın; bildirmesiyle kendisini mükellef kıldıgı bir konuda Peygamberin onu gizledigine ya da müslümanlardan
bazısına bildirip digerlerine bildirmedigine itikat etmek.
• Ne olursa olsun Peygamberlerden birini ya da onlardan sabit olan herhangi bir seyi yalanlamak. 32
2) Fîili Küfür:
Bazı misaller verelim:
• Allah Teâla’dan baskasına secde etmek.
• Kur’ân-ı Kerim’i ya da Hadis-i Seriflerin yazılı bulundugu kagıtları pisliklere atmak.
• Evliya ve sâlihlerin kabirlerinde tavaf vs. yapmak. 33
3) Kâvli (Sözlü) Küfür:
• Allahu Teâlâ’ya, Peygamberlerinden birine ya da slam dinine sövmek.
• Zorluk ve sıkıntılı anlarda bunu gidermesi için kabir ehli evliya ve salîh kimselere yalvarıp onlardan medet ummak (batıl
olan tevessül).
• Kur’ân-ı Kerim’le ya da O’ndan herhangi bir ayetle alay etmek, Rasûlullah’ı alaya almak, ya da Allah azze ve celle’nin
isimlerinden biriyle de olsa eglenmek, Cenneti, Cehennemi vb. konuları hafife almak. Örnegin:
“Allah bana Cenneti verse girmem”, “Bu konuda bana Enbiyâlar ya da Peygamberler sahitlik etseler, sahitliklerini kabul
etmem”, “Namaza basladıgımdan beri hiç hayır görmedim” vb. gibi insanların dillerindeki bu sözler küfre götürmektedir.
Özellikle zamanımızda çocukların dilinde dolasan böylesine ilginç sözleri maalesef engelleyen çogu defa bulunmamaktadır.
Yukarıda sayılan seyleri sakayla da olsa söylemek alaya almak, eglenmek; küçümsemek (tahkir) hafife almak (istihfâf)
oldugundan kisiyi mürted (dinden çıkmıs) yapar. O halde kendisinden bu tip sözler sadır olan kimse derhal tevbe edip,
Kelime-i Sehâdet getirmeli, ayrıca pismanlık duyup bir daha böylesine korkunç hataya kesinlikle düsmemeye azim ve gayret
göstermeli, bu böylece bilinmelidir. 34
B) Küçük Küfür
Bu, kâmil müslüman olabilmek için mutlaka gerekli olan seylerin inkârıdır. Öyle ki, o sey olmadan kâmil müslüman olmak
mümkün olamaz. Bu tür küfürde kisi Cehenneme müstehak olur; ancak orada ebedî kalmaz. Bu bütün mâsiyetleri de kapsar.
Nasıl tâat ve ibâdetler imân olarak tesmiye olursa, aynı sekilde mâsiyetler de küfür olarak isimlendirilir. Bu duruma düsen
hakikatta olmasa da hükmen müslüman olarak kalır. Bunlardan kaçınmaya siddetle gayret göstermeli, Allah’tan bizleri hak
üzere sabit eylemesini niyaz etmeliyiz. Bir çok çesidi olan bu küfür hallerinden bazıları35:
• Küfrân-ı Nimet:
Bu, nimeti inkâr ya da o nimeti Allah’tan baskasına nisbet ederek ortaya çıkan küfürdür. Bu gibi kimseler hakkında Allahu
Teâla: “Onlar, Allah’ın nimetlerini bilir, fakat inkar ederler. Onların çogu kâfirdir” (Nahl, 16/83) buyurmaktadır.
Kisinin “Ben bu varlıgımı atalarımdan miras aldım”, “Falanca olmasaydı böyle olmazdı” demesi gibi. Bu gibi sözleri birçok
insandan duyarız. Onlar bu nimetleri ihsan edenin Allah Celle Celalûhü oldugunu bildikleri halde O’na hamd etmemekte ve
12
nimetleri saydıkları kimselere nisbet etmektedirler. Çocuklara Abdulharis (Haris’in kulu), AbdurResûl (Peygamber’in kulu)
gibi isimler koymak da böyledir. Zirâ onu yaratan Allah Celle Celalûhu oldugu halde, O’nun kulu oldugu halde baskasının
kulu olarak izâfe yapılmaktadır. 36
• Ters liskide Bulunmak:
Aynı sekilde temizlenmeden önce hayızlı mahremiyle iliskide bulunması da böyledir.
Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Her kim tersten (makattan) ya da hayızlıyla iliskide bulunursa, Muhammed’e
indirileni inkâr etmistir.” buyurmaktadır.37
• Müslümanla Çarpısmak:
Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Müslümana sövmek fısk, onunla savasmak küfürdür”38 ve “Benden sonra
birbirlerinin boynunu vuran kâfirler olmayın”39 buyurmustur.
Buna düsen müslümanlar imânlarını kaybetmedikleri için, mamların ittifâkıyla dinden çıkmaz. Zirâ Allahu Teâla: “Eger
müminlerden iki grup birbiriyle savasırlarsa, aralarını bulup barıstırın. Eger onladan biri, digerine saldırmaya devam ederse,
saldıran taraf Allah’ın hükmüne dönünceye kadar onlarla savasın...” (Hucurât, 49/9) buyurmaktadır. 40
• Allah’tan Baskası Adına Yemin Etmek:
“Her kim Allah’tan baskası adına yemin ederse sirke ve küfre düsmüstür”41
Hadisi serifinin küçük küfre delâlet ettigini belirten Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat, aynı sekilde bu duruma düsen kisinin
slam’dan çıkmayacagı görüsü üzerindedir. 42
• Kadı Veya Hâkimin Hak’tan Baskasıyla Hüküm Vermesi:
Allah’ın huzuruna çıkarılacagını (likâ) bildigi halde, bazı konularda Allah’ın indirmis oldugu hakkın dısında hüküm vermesi
de onu milletten çıkarmayacagı gibi, küçük küfre düsürür. Ancak her kim Allah’ın kullarına olan hükmünü ilga (ortadan
kaldırmak) eder, tagutların hükmüyle O’nu degistirir ve bunu helal görürse, iste o milletten çıkaran büyük küfre düsmüs olur.
Küçük küfrün birçok çesidi olup belli bir sınırı yoktur. Zira ameli olup büyük küfürden olmayan, fakat küfür sözcügü
kullanılan her bir is küçük küfürdür. Bu hale düsen kimseye “amelî kâfir” denildigi gibi, büyük küfre düsen de “itikâdî kâfir”
olmustur. Basta zikrettigimiz gibi müslüman bu sayılanların hepsinden kaçınıp, dinini ögrenmesi yolunda sahih kaynaklara
basvurup, Allah’tan onu hak üzere sâbit kılmasını niyaz etmesi lâzımdır, ta ki Allahu Teala’nın insan için takdir ettigi serefe
ulassın. Hidâyet yalnızca Allah’tandır.
Bir de kisinin büyük küfre girdigi birtakım haller vardır ki, buna ragmen küfrüne hükmedilmemektedir:
• Kasıtsız olarak, dil sürçmesiyle küfre götüren bir söz söylemesi; irâdesi dısında oldugundan, sahibi kâfir olmamaktadır.
• Uyumak, bayılmak veya sarhosluk gibi aklın aktivitesini giderecek konumda iken, sâdır olan küfrî amel veya sözler de
kisiyi küfre düsürür.
• Kalbi imanla mamur oldugu halde ölüm vb. gibi seylerle hakikaten tehdit edilip, küfre zorlanan (ikrah) kimseden ortaya
çıkan ve küfre delâlet eden bir haraket de onu kâfir yapmaz. Çünkü o kimse hakkında Allahu Teâla;
“Kalbi imanla mamur oldugu halde, inkâra zorlanan hariç,...” (Nahl, 16/106) buyurmaktadır.
Ancak kendisinde küfre götüren bir davranıs olup da bunu saka, eglence olsun diye yaptıgını söyleyen kimse zahiren ve
batınen (içinden ve dısından) küfre düsmüs olur: Ciddi de olsa, saka da olsa kendisinden küfrî davranıslar sadır olan kâfirdir.
Bu konuda cahille (cehaletinden böyle bir davranısta bulunan ile), saka yapan aynıdır. Allahu Teâlâ;
“Onlara (münâfıklara) niçin alay ettiklerini sorsan: ‘Yemin olsun ki biz, lafa dalmıs egleniyorduk’ derler. Onlara de ki:
“Allah ile âyetleri ve Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?” (Tevbe, 9/65) buyurmaktadır. 43
13
Müslümanı Tekfir Etmek
Müslümanı tekfir konusu hassas ve tehlikeli bir konudur. mkan oldukça bundan kaçınmak ve delilsiz olarak bu yola
girmemek gerekir. Zirâ küfürle itham olunan zât buna lâyıksa yerinde olur, ama lâyık degilse küfür hükmü, o ithâmı yapan
kimseye döner. Bundan dolayı bu konu tehlikelidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “nsan kardesine ‘Ey kâfir!’
derse, ikisinden biri bu sözle uçuruma gider” buyurmustur.44
Tekfirde Söz le Söyleyeni Ayırmak:
Tekfir konusunda, küfrü gerektiren davranıs ile; o davranıs kendisinden sadır olan kimseyi ayrı degerlendirmek
gerekmektedir. Kendisinde küfrî bir davranıs ortaya çıkan kimsenin (dogrudan) kâfir olması gerekmedigi gibi, davranısın
küfrü gerektirmesiyle, kisinin kendisi kastedilerek kafir hükmü verilmesinin ayrı seyler oldugunu açıklamak gerekir. Meselâ:
Allah’ın her yerde oldugunu, Kelâmullah’ın (Kur’ân) yaratılmıs oldugunu söylemek veya Allahu Teâla’nın ilâhi sıfatlarını
nefyetmek küfürdür. ste bu, söz ya da amelin küfür oldugunu açıklama bâbındandır. Ancak söz konusu muayyen bir kisi
olursa, küfrüne hüküm vermede tevakkuf etmek, durmak ve küfürle itham etmemek gerekir. Ta ki, ona gerçekler beyân
edilsin, çünkü o nassları yanlıs anlamıs, hadisin sahih oldugunu bilmemis ya da te’vilci olabilecegi gibi, nassların
anlasılmasında mütemekkin ve ehil olmayabilir, câhil olabilir.
Münakasa ve hüccet ikame (delil sunulması) olup bu konuda kisinin tavrı süpheye mahal vermeden ortaya çıktıktan sonra,
konu degisir. Çünkü bilgisizce te’vil yapan ve yanılgı içinde olan kimseyle, fâcir ve inatçı kimse bir degildir.
Câhil ve benzeri insanların küfrüne hükmetmek, onların rahatça anlayabilecekleri bir seviyede, sekilde deliller sunulup, izah
yapılmadan mümkün degildir, ta ki o delilleri kavrayıp anlasınlar. Özetle icma ile küfür oldugu sabit olan sözlerde hüküm, “o
sözün küfür içerdigi” yolunda olup, onu her söyleyenin de kâfir olacagı anlamı çıkmaz; küfrüne açıkça hüküm vermek için
delil gösterip hakkında yeterli sartların olmasına dikkat edilmesi gereklidir. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. 45
Özetle
Tekfir ve diger konularda oldugu gibi, fırkalar arasında Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat yine orta yolu bulmustur.
Tekfir meselesi Allah ve Rasûlü’nün yegâne yetki sahibi oldugu bir konu olup, Allah ve Rasûlü’nün tekfir ettiklerinin dısında
kimse kâfir olamaz.
Birisinin küfrüne hüküm verecek olan kimse Allah hakkında bilmedigi bir sözü söylemekten korkarak defâlarca daha yavas
ve dikkat ile hareket etmesi gerekir.
Ehl-i Sünnet Ve’l Cemâatin yegâne kaynagı Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Nebeviyye ve Selef-i Salihîn’in anlayısıdır.
Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat kıble ehlinden kimsenin küfrüne; delil getirmeden, onu hakka yöneltmeden, gerçekleri açıklayıp
bozuk zihinleri kusatmıs olan süpheleri izâle etmeden hüküm vermemistir. Bundan sonra kisi, ısrar edip bulundugu küfür ve
nifaktan vazgeçmezse, bunun tedavi olması gerekir. O da Seriat’ın mürtedlerle ilgili olan hükmünü uygulamaktır. Yani tevbe
etmesi istenir, reddederse kâfir ve mürted olarak had uygulanır, öldürülür. Ancak bu hadler slam Devleti tarafından
mahkeme kararıyla uygulanabilir.
Tekfir, siddetle kaçınılması gereken bir konudur. Özellikle cehâletin arttıgı günümüzde, slâma hizmet etmenin yolu insanları
tekfir etmek degil onların da Allah’ın bizlere nasip ettigi hidâyet nimetine erismeleri için güzellikle davette bulunmaktır.
Bugün her zamankinden daha çok kaynasmaya ihtiyacımız vardır. Bu yüzden Nebevî ahlakla zinetlenmis birer davetçi
olmalıyız. Herkesin nefretini üzerinde toplayan ve kendinden baskasını müslüman tanımayan “Hâricî” zihniyetiyle bu davaya
hayır degil, ancak fitne tohumları serpilir...
Gayretimizin, rızasına uygun olmasını ancak Allah’tan dileriz. Süphesiz bu yalnız O’ndan istenir ve O buna “Kâdir”dir, gücü
yetendir. 46