Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret
dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola
iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun
ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
Bundan sonra1
Şüphesiz umumi tekfir meselesi yalnız hükmedenler için değil, hükmedilenler
için de aynı şekilde büyük ve eski bir fitnedir. Kökeni eski islamî fırkalardan Havariç
(haricîlik) diye bilinen fırkaya dayanır.2
Maalesef bazı davetçiler, Kitap ve Sünnet ismi altında, şu iki sebepten ötürü
Kitap ve Sünnet hududundan çıkmaktadırlar;
Birincisi; İlimde sığlık
İkincisi -ki bu daha önemlidir- onlar şeriat kaidelerini tefakkuh etmiyor
(anlamıyor)lar. Hâlbuki bu, sahih İslamî davetin esasıdır. Bundan çıkanların hepsi,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin övdüğü, hatta Rabbimiz Azze ve Celle’nin
bundan ayrılanları “Allah ve Rasulüne karşı çıkmak” olarak açıkladığı “Cemaat”ten
ayrılmaktadır. Allah Azze ve Celle buyurur ki;
“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve
müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme
sokarız; o ne kötü bir yerdir.”(Nisa 115)
İlim ehli katında mesele açıktır. Allah Teala, “Kendisine doğru yol belli olduktan
sonra Rasule karşı çıkarsa” kavlini, müminlerin yolundan başkasına uymaya izafe
etmiştir; “ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve
cehenneme sokarız”
1 Bu risale Şeyh Albani’nin 12.5.1413(7.11.1993) tarihinde kasete alınan konuşmasının
metnidir. Bu, matbu olarak Ukaşe Abdulmennan’ın hazırladığı “Fetava’ş-Şeyh Elbani ve
Mukaranetuha Bi Fetava’l-Ulema” adlı 1415 ve 1416 yıllarında basılan eserin 238-253.
sayfaları arasında yayınlanmıştır.
2 Fırkalar ile ilgili eserlerde Havariç ismiyle bilinen birkaç fırka vardır. Onlar başka bir isimle
(İbaziye) bugüne kadar devam etmiştir. Bu İbaziye fırkası yakın zamana kadar kendi içine
kapalı idi ve yayılma davaları yoktu. Birkaç seneden beri bazı risaleler ve kitaplar ile eski
hariciliğin aynısı olan akidelerini yaymaya başladılar. Ancak onlar, bir Şiilik hasleti olan takiyye
ile gizlenmekte, “Biz haricî değiliz” demektedirler. Lakin müsemmanın hakikatleri
değişmedikçe isimler de değişmez. Onlar, büyük günah işleyenleri tekfir etme konusunda
hariciler ile birdirler.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
2
Müminlerin yoluna uymak veya uymamak cidden önemlidir. Müminlerin yoluna
uyan âlemlerin Rabbi katında kurtulmuştur. Müminlerin yoluna muhalefet edenin
varacağı yer ise cehennemdir ve orası ne kötü bir varış yeridir!
Eski ve yeni birçok taifeler, müminlerin yolunda bulunmaya önem vermeyip,
Kitap ve Sünnetin tefsiri hususunda akıllarının kontrolünde hevalarına tabi oldukları
için sapmışlar, salih selefimizin üzerinde bulunduğu yoldan ayrılarak tehlikelere
düşmüşlerdir.
Ayetteki “ve müminlerin yolundan başkasına uyan” ifadesini Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadislerinde geçen ifadeler te’kid etmektedir.
Burada bu hadislerden bazısını kaydedeceğiz. Bu hadisler bütün Müslümanlar
tarafından bilinir fakat bu konuda bilmedikleri şudur; bu hadisler, Kitap ve sünnetin
anlaşılmasında müminlerin yoluna sarılmanın zaruri ve vacip olduğunu
göstermektedir!
İşte bu nokta, Tekfir cemaati diye bilinen kimselerin ve kendilerini cihada nisbet
eden bazı cemaatlerin yanılgı ve gaflete düştüğü noktadır. Bunlar kendilerini salihler
ve ihlâslı kimseler olarak değerlendiriyorlar ama Allah katında kurtulanlardan olmak
için bu tek başına yeterli değildir.
O halde müslümanın şu iki şeyi bir araya getirmesi kaçınılmazdır;
1- Allah Azze ve Celle için niyette doğruluk ve ihlâs
2- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu yola güzelce
tabi olmak.
Kitap ve Sünnet ile amel edip bunlara davet etmek hususunda ihlâslı bir
Müslüman olmak yeterli değildir. Bilakis buna izafe olmak için metodun düzgün ve
sahih olması gerekir. Bu da ancak ümmetin salih selefinin üzerinde bulunduğu yola
tabi olmak ile tamam olur.
Az önce bahsettiğimiz sabit hadislerden birisi yetmiş üç fırka hadisidir. Dikkat
edin! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Yahudiler yetmiş bir fırkaya
ayrıldılar. Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya
ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi de ateştedir.” Dediler ki; “o (kurtulan)
hangisidir?” buyurdu ki; “Cemaattir.” Diğer rivayette; “Benim ve ashabımın üzerinde
bulunduğumuz yolda olanlardır.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu cevabı ile daha önce geçen
ayetteki “müminlerin yolundan başkasına uyanlar” ifadesi örtüşmektedir. Böylece
ayetin umumuna girenlerin ilki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleridir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste; “Benim üzerinde bulunduğum
yol” demekle yetinseydi, Kitap ve sünneti hakkıyla anlayanlar için bu yeterli olurdu.
Lakin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın, kendisi
hakkındaki şu kavlini amelî olarak uygulamıştır; “Müminlere karşı pek şefkatli ve
merhametlidir.”(Tevbe 128)
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
3
Ashabına ve tabi olanlarına kurtuluş fırkasının alametini kendisinin ve ashabının
üzerinde bulunduğu yol olarak açıklaması, onlara şefkatinin ve merhametinin
kemalindendir.
Arap lügatini, nâsih ve mensûhu bilmek gibi Kitap ve sünnetin anlaşılmasına
vesile olan bilgiler konusunda Müslümanların genel, davetçilerin özel olması gibi bir
ayrım caiz olmaz. Bilakis bütün bunlardan önce üzerinde peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem’in ashabının bulunduğu yola dönmek zorunluluğu vardır. Çünkü onlar,
eserlerinden ve sîretlerinden anlaşılacağı gibi, ibadette Allah için en ihlâslı olanlar
idiler, Kitap ve Sünneti bizden daha iyi anlarlar. Diğer övülmüş hasletlerde de onların
ahlakıyla ahlâklanılır ve edepleriyle edeplenilir.
Bu hadis, faydaları ve sonuçları bakımından Sünen’de Irbaz Bin Sâriye
Radıyallahu anh’den rivayet edilen Raşid halifeler hadisine benzemektedir. Diyor ki;
“Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem bize sabah namazını kıldırdı. Sonra bize
döndü ve gözleri yaşartan, kalpleri ürperten etkili bir vaaz etti. Birisi dedi ki;
“Ey Allah’ın Rasulü! Sanki bu vaaz, veda eden bir kimsenin öğütleridir. Bizlere
ne vasiyet diyorsunuz.?” Buyurdu ki;
“Size Allah’tan korkmanızı, Habeşi bir köle olsa dahi (idarecinizi) dinleyip itaat
etmenizi vasiyet ederim. Sizden kim Benden sonra yaşarsa birçok ihtilaflar görecektir.
Bu yüzden sünnetime ve hidayete erdirilmiş raşid halifelerin sünnetine sarılmanız
gereklidir. Ona azı dişlerinizle ısırır gibi sarılıp, bırakmayın, sizleri sonradan ortaya
çıkmış işlerden sakındırırım. Şüphesiz her sonradan icad edilmiş şey bid’attir. Her
bid’at de cehennemdedir.”3
Bu hadis önceki hadiste geçen sualin cevabına şahitlik etmektedir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini, sünnetine sıkı tutunan ashabına yönlendiriyor.
Sonra “ve benden sonra Raşid halifelerimin sünnetine” buyuruyor.
Şu durumda akidemizi, ibadetimizi, ahlakımızı ve gidişatımızı kavramak
istediğimizde, daima bu esas üzerinde hareket etmemiz zorunludur. Müslüman için
zaruri olan bu hükümlerin anlaşılması için salih selefimizin metoduna dönmekten
başka yol yoktur. Ta ki kurtuluş fırkasından olmak hakikat olsun.
Geçen ayetin ve hadislerin gösterdiklerine dikkat etmeyen eski ve yeni pek çok
taifeler, doğal bir sonuç olarak kendilerinden öncekilerin Kitap, sünnet ve salih selef
yolundan saptıkları gibi bu konuda sapmıştır. İşte bu sapanlardan biri de eski ve yeni
haricîlerdir.
Bu zamanda –hatta uzun zamandan beri- tekfir fitnesi şu ayetin etrafında dönüp
durmaktadır; “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta
kendileridir.”(Maide 44) derin anlayışları ve dakik bilgileri olmadan buna
tutunmaktadırlar.
Bilmekteyiz ki bu ayet tekrar ediyor ve son kısmında üç ayrı lafızla geliyor; “Kim
Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta
kendileridir.”(Maide 44) “Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
3 Ahmed (4/126, 127) Ebu Davud (4607) Tirmizi (2815, 2816) İbni Mace (42, 44) İbni Ebi Asım
es-Sünne (1/29-30) İbni Hibban (1/104) İbni Abdilberr Cami (2/222, 224) Hakim (1/65, 96, 97)
Taberani (18/537-602, 617, 625) Beyhaki (10/114) Cem’ül Fevaid (127) Darimi (95) Tahavi
Şerhu Müşkili’l-Âsar (1/85-87) Teyalisi (2615-16) Sahihtir.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
4
zalimlerdir.”(Maide 45) “Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
fâsıklardır.”(Maide 47)
Bu ayette sadece ilk lafzı alıp tekfire huccet getirmek tam bir cahillik eseridir.
Zira onlar, Kur’ân’da ve sünnette geçen bütün “el-küfr” lafızlarını değerlendirmeden
bunun dinden çıkaran küfür olarak anlamlandırıyor, bu şekilde küfre düşenler ile
Yahudi, Hıristiyan ve diğer İslam dışı dinlere mensup müşrikler arasında fark
olmadığını iddia ediyorlar.
Kitap ve sünnet lügatinde geçen her küfür lafzını her zaman bu hatalı
anlayışlarıyla yorumlayarak etrafında dönüyorlar.
“el-Kafirûn” kelimesi – bu kelime her zaman tek bir anlamda değildir – aynı
konuda diğer iki lafız ile; “zalimler” ve “fasıklar” kelimeleri ile de tarif edilmiştir ki,
zalim veya fasık olmakla vasıflananın mutlaka dinden çıkmasını gerektirmez. Böylece
“kâfir” diye vasıflanan da bunun gibidir.
Bir kelimede farklı anlamlar bulunmasına Kitap ve sünnet lügati olan Arap lügati
delil olmaktadır. Bu yüzden Müslümanlar üzerine hükmedecek kişinin salih selefin
metodu ışığında geniş bir Kitap ve sünnet bilgisine sahip olması gerekir. Kitap ve
sünneti anlamak ise ancak Arap lügatinin edeplerini ve inceliklerini bilmekle mümkün
olur.
Eğer ilim talibinin Arap lügatini bilmek konusunda eksiği varsa bu eksikliği
gidermek için kendisinden önceki ilim ehlinin, özellikle de üstünlüklerine şahitlik
edilen ilk üç asırdaki âlim ve imamların anlayışlarına müracaat etmelidir.
Ayete dönelim; “Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) burada küfür kelimesiyle kastedilen nedir? Dinden
çıkaran küfür mü yoksa başka bir şey mi kastedilmiştir?
Derim ki; bu ayette dikkatli olmak zorundayız. Zira burada bazı İslam
hükümlerinden çıkaran amelî küfür kastedilmiştir. Bu anlayışımızda dayanağımız;
ümmetin derin âlimi, Kur’ân tercümanı İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dır – ki bu
sapık fırka mensupları dışında- Müslümanlar onun tefsir ilminde yegane imam
oluşunda icma etmişlerdir.
İbni Abbas r.a. bizim bugün sahip olamadığımız işitme yollarına sahipti. İnsanlar
bugün bu ayeti ancak yüzeysel olarak, tafsilatını bilmeden anlamaya çalışmaktadır.
İbni Abbas r.a. der ki; “Bu, zannettikleri küfür değildir.” Ve “Bu küfür, dinden çıkaran
küfür değildir.” Yine der ki; “O küfrün altında bir küfürdür.”
Muhtemelen haricîler müminlerin emiri Ali Radıyallahu anh’ı dinden çıkmakla
itham edip bunun akabinde müminlerin kanlarını dökmüşler, onlara müşriklere
yapmadıkları şeyleri yapmışlar, bunun üzerine İbni Abbas r.a.; “İş onların dediği gibi
değildir. Bu ancak küfrün altında bir küfürdür” demiştir.4
Tercümanul Kur’an olan İbni Abbas r.a.’nın bu ayetin tefsiri hakkındaki bu kısa
cevabı, ayetin başka şekilde anlaşılmasına imkân vermemektedir.5
4 Bkz.: Elbani es-Sahiha (6/109 no;2552)
5 Şeyh İbni Useymin der ki; “Şeyh Elbani İbni Abbas Radıyallahu anhuma’nın sözüyle böyle
delil getiriyor ki diğer âlimlerin de kabul ettiği budur. Nitekim başka naslar da bu gerçeği
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
5
“Küfür” kelimesi Kur’an’da ve hadislerde pek çok yerde zikredilmiş olup bunların
hepsinin dinden çıkaran küfür olduğuna yorumlanmasına imkân yoktur.6
Sahihayn’de meşhur Abdullah b. Mes’ûd Radıyallahu anh hadisi buna misaldir:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Müslümana sövmek fusuk, onu
öldürmek ise küfürdür.” Burada küfür kelimesi taatten çıkmak anlamındaki masiyet
anlamındadır. Lakin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) beyan konusunda
insanların en fasihi olarak sakındırmada mübalağa ifadesi ile: “onu öldürmek ise
küfürdür” buyurmuştur.
Diğer taraftan bu hadisteki: “Müslümana sövmek fusuktur” ifadesini ilk bakışta
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir” ayetindeki lafızda
geldiği üzere fısk anlamı üzerine tefsir etmemiz mümkün müdür?
Cevap: Bu, dinden çıkmak anlamına gelen küfür kelimesinin müteradifi de
olabilir, dinden çıkmak anlamına gelmeyen küfrün müteradifi de olabilir. Ancak Kur’an
Tercümanı (İbn Abbas Radıyallahu anhuma’nın) belirttiğine göre burada kastedilen;
küfrün altında bir küfürdür.
Bu hadis, burada kastedilen küfrün bu manada olduğunu desteklemektedir. Zira
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle
vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna
dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.”(Hucurat 9) Allah Azze ve Celle, hak
yolda olan fırkaya karşı savaşıp isyan eden gruba da mümin demiş, hadiste “Onu
öldürmek küfürdür” buyrulmakla beraber Allah bagî topluluğun kâfir olduğuna
hükmetmemiştir.
desteklemektedir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “Müslüman’a sövmek fusuk, onu
öldürmek küfürdür” buyurmuştur. Bununla beraber insan bu sebeple dinden çıkmaz. Zira Allah
Teâlâ buyuruyor ki; “Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin.
Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.
Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah,
âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin
ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”(Hucurat 9-10) lakin tekfir fitnesine düşenler buna razı
olmayınca “Bu rivayet İbni Abbas’tan sahih olarak gelmemiştir, kabul edemeyiz” demeye
başladılar. Onlara denilir ki; “Nasıl sahih olmaz? Sizden daha üstün ve daha alim olanlar
bunu kabul etmişlerdir. Sizler ise; “kabul edilmez” diyorsunuz?!! Şeyhulislam İbni Teymiye,
İbni Kayyım ve başkaları gibi uzman âlimler bu rivayeti kabul edip sahih diyerek
nakletmişlerdir. Hem sizin dediğiniz gibi İbni Abbas Radıyallahu anhuma’dan rivayeti sahih
olmasa bile bunun dinden çıkaran küfür olmadığını gösteren başka naslar vardır. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi gibi; “İnsanlardan şu iki sınıfta küfür vardır; nesebe
hakaret etmek ve ölü üzerine çığlık atmak” şüphesiz bunlar dinden çıkarmaz. Lakin ilimde
eksiklik ve Şeriatın kaidelerinde anlayış kıtlığı Şeyh Elbani’nin dediği gibi bu sapıklığı
getirmiştir. Şüphesiz kötü irade, kötü anlayışı getirir. Zira bir insan bir şeyi istediğinde anlayışı
istediği şekle uyar ve böylece naslardan sapar. Âlimler katında bilinen bir kaidede denilir ki;
“Önce delil çıkar sonra buna itikad et.” Önce itikad edip sonra ona delil bulmaya kalkarsan
sapıtırsın. Bu sapmanın üç sebebi vardır; 1- Şer’î ilimde sermaye kıtlığı 2- Şeriatın kaidelerini
anlamadaki kıtlık 3- kötü niyete mebni kötü anlayış
6 İbni Useymin der ki; Şeyhul İslam İbni Teymiye’nin; “Küfür mutlak olarak zikredilirse bundan
büyük küfür kastedilir” sözünü yanlış yorumlayıp bu ayetten tekfire delil getiriyorlar. Hâlbuki
Şeyhul İslam belirlilik takısı (marife) olarak gelen “el-küfr” ile belirsizlik ifade eden (nekre)
“küfr” kelimesi arasında ayrım yapmıştır. Vasfa gelince burada “hâulâi kâfirun” ve “hâulâi’lkafirun”
diyebiliriz ve burada kastedilen dinden çıkarmayan küfürdür. Vasıflanan fiil ile
vasıflanan fail arasında fark vardır. Bu ayeti bu şekilde yorumlayarak hükmederiz. Allah’ın
indirdiğinden başkasıyla hükmetmek dinden çıkaran küfür değil, amelî küfürdür. Zira
hükmeden kişi doğru yoldan çıkmıştır. Bu konuda kendisinden önce koyulmuş devlet
kanunuyla hükmeden kişi ile bu kanunu koyan kişi arasında fark vardır. Öyleyse önemli olan,
bu kanunun semavi kanuna muhalif olup olmamasıdır.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
6
O halde İbn Abbas Radıyallahu anh’ın geçen ayeti tefsirinde dediği gibi,
burada kastedilen küfrün altında bir küfürdür.
Müslümanın müslümanı öldürmesi taşkınlık, haddi aşmak, fısk ve küfürdür.
Lakin burada kastedilen küfür amelî de olabilir, itikadî de.
Burada Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin ve kıymetli öğrencisi İbn Kayyım el-
Cevziyye’nin ince detayları içeren şerh ve açıklamalarını bahsetmek yerinde olur.
Çünkü onların, sancağı Tercumanu’l-Kuran tarafından veciz ve özlü ifadeyle
yükseltilen “küfrün bu şekilde taksimi” etrafında uyarıda bulunma hususunda
üstünlükleri vardır. İbn Teymiyye rahimehullah ile arkadaşı ve öğrencisi İbn Kayyım
el-Cevziyye, daima itikadi küfür ile amelî küfrün ayırt edilmesinin zarureti üzerinde
durmuşlardır. Aksi halde müslüman, bilmeden fitneye düşer ve Müslümanların
cemaatinden ayrılarak eski haricilerden veya yeni haricilerin kuyruklarından olur.
Sözün kısası, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Müslümanı öldürmek
küfürdür” hadisi mutlak olarak dinden çıkaran küfür anlamında değildir.
Bu konudaki hadisler gerçekten çoktur. Bunların tamamı geçen ayeti kısır
anlayışlarıyla yanlış anlayıp bunun itikadî küfür anlamında olduğu şeklindeki tefsire
tutunanların aleyhinde delildir.
Şuan için bu hadis bize yeter. Zira bu hadis, müslüman bir kimsenin müslüman
kardeşini öldürmesindeki küfrün itikadi küfür değil, amelî küfür anlamında olması
hususunda kesin bir delildir.
Tekfir cemaatine veya onlardan sayılanlara dönecek olursak, hüküm sahipleri,
onların sancağı altında yaşayanlar ve onların yönetimlerinde vazife alanlar hakkında
bunu mutlak kullanarak onların küfür ve dinden çıktıklarına hükmediyorlar. Şüphesiz
bu onların fasit bakış açılarından kaynaklı olup onların günah işlemeleri sebebiyle
kafir oldukları düşüncesine dayalıdır.7
Şunu anlatmak da faydalı olacaktır: Tekfir cemaatinden bazı kimselerle
karşılaşmıştım. Sonra Allah Azze ve Celle onları hidayet etti.
Onlara dedim ki: “Sizler bazı hüküm sahiplerini tekfir ediyorsunuz. Peki cami
imamlarını ve hatiplerini, müezzinleri ve mescid hizmetlilerini neden tekfir
ediyorsunuz? Medreseler ve başka yerlerdeki şer’î ilim öğreten üstadları neden tekfir
ediyorsunuz?
Dediler ki: “Zira onlar o hüküm sahiplerinin Allah’ın indirdiğinden başkası ile
hükmetmelerine razı olmuşlardır.”
Dedim ki: “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedilmesine kalpleriyle razı
olmuşlarsa böyledir. Bu takdirde amelî küfür, itikadî küfür haline gelmiş olur. Hangi
hakim Allah’ın indirdiğinden başkasının bu asra daha uygun olduğuna itikad ederek
hükmeder de Kitap ve Sünnette gelen şer’î nasların hükmünü layık görmezse şüphe
yok ki bu hakimin küfrü yalnızca amelî bir küfür değil, itikadî bir küfür olur. Onun bu
hükmüne razı olan kimse de onun hakkındaki küfür hükmüne dahil olur.8
7 Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Allah’tan afiyet dileriz”
8 Allame el-Elbani ek olarak dedi ki: “Sonra da bunlar bizi batıl bir şekilde “Bu asrın mürciesi”
diye lakaplandırıyorlar!!
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
7
Sonra onlara dedim ki: “Öncelikle sizler her hâkimin veya onların çoğunun kafir
batılıların kanunlarıyla hükmettiklerini söylemeye güç yetiremezsiniz. Şayet Allah’ın
indirdiğinden başkası ile hükmetmek hakkında sorulsa ve bu kanunların doğru olup
bu asra daha uygun olduğunu, İslam’ın hükmünün uygun olmadığını söyleyerek
cevap verirlerse hiçbir şüphe olmaksızın onlar gerçekten kâfir olurlar.
Hükmolunanlara – bunlar arasında âlimler ve Salihler de vardır – gelecek olursak;
peki mücerred olarak onların hükmü altında yaşamaları sebebiyle kafir olduklarına
nasıl hükmedebiliyorsunuz? Nitekim sizler de onların hükmü altında yaşıyor fakat
onların dinden çıkmış kâfirler olduğunu, Allah’ın indirdiği ile hükmetmenin vacip
olduğunu belirtiyorsunuz. Sonra da kendinizin mazur göstererek: “Şer’î hükme
mücerret amel ile muhalefet etmek, bu ameli işleyen kimseyi dinden çıkarmaz”
diyorsunuz!!
Bu söz, sizin dışınızdakilerin de söylediğinin aynısıdır. Ancak sizler onlardan
fazla olarak bu kimselerin kâfir ve mürted olduklarını söylüyorsunuz.
Onların yanlışlarını ve sapıklıklarını ortaya koyan sorulardan birisi de, onlara
şöyle denilmesidir: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulü
olduğuna şahitlik eden, namaz kılan bir müslümanın dinden çıktığına ne zaman
hükmedilir? Bir defa (mürted olması) yeterli midir, yoksa onun dinden çıktığını ilan
etmesi gerekir mi?!!” Şüphesiz onlar bu sorunun cevabını bilemez ve doğrusunu
bulamazlar. Onlar için şu darb-ı meseli örnek vermek zorunda kalıyoruz: “Bir kadı var
ki, onun âdeti ve düzeni şeriatla hükmetmektir. Lakin bir hükümde ayağı kayıyor ve
şeriata muhalif bir hüküm veriyor. Yani mazlumun hakkını alıp zalime veriyor.
Kesinlikle bu Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek değil midir? Onun dinden
çıkaran küfürle kâfir olduğunu söyleyebilir misiniz?
“Hayır, bu ondan bir seferlik sadır olmuştur” diyecekler.
Deriz ki: “Aynı hüküm tekrar ederse veya şeriata muhalif başka bir hüküm daha
verirse o zaman kâfir olur mu?” Sonra bunun üç-dört sefer tekrar ettiğini söylesek,
onun ne zaman kâfir olduğunu söyleyecekler? Şeriata muhalif hükümlerine bir sınır
koymaya güç yetiremezler ve sonra onu bu yüzden tekfir edemezler.
İşte o zaman tamamen aksini söylemek mümkün olur. Buradan ilk hükmün
Allah’ın indirdiğinden başkasının – onu helal sayarak - daha güzel görüldüğü ve şer’î
hükmün çirkin görüldüğü anlaşılırsa, işte o anda, ilk seferde de olsa, onun dinden
çıktığına hükmetmek sahih olur.
Bunun aksine göre: şayet onun içerisinde şeriata muhalefet ettiği on hüküm
verdiğini görürsek ve ona “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla neden hükmettin?” diye
sorduğumuzda, “Canımdan korktum” veya “Rüşvet aldım” derse, bu, öncekinden
daha kötü yapmış olmakla beraber, onun küfrüne hükmedemeyiz. Ta ki onun
kalbinde Allah Azze ve Celle’nin indirdiğini layık görmediğini ifade ederse işte o
zaman onun dinden çıkarak kâfir olduğunu söyleyebiliriz.
Sözün kısası: Küfrün, fısk ve zulümde olduğu gibi iki kısma ayrıldığını bilmek
gerekir:
- Dinden çıkaran küfür, zulüm ve fısk. Bu, bütün bunları kalben helal görmeye
bağlıdır.
- Dinden çıkarmayan küfür, zulüm ve fısk. Bu da bütün bunları helal
saymamaya bağlıdır.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
8
- Bir diğer dinden çıkarmayan kısmı ki, bu da amelî olarak helal saymaya
bağlıdır.
Bütün günahlar – özellikle de bu zamanda amelî olarak helal sayılan faiz, zina,
sarhoş edici içki içmek ve diğerleri – amelî küfürdendir. Mücerret olarak bu
günahların amelî olarak helal sayılmasıyla işlenmesinden dolayı tekfir etmemiz caiz
değildir. Ancak biz onların nefislerinde Allah ve rasulünün haram kıldıklarını haram
olarak itikad etmediklerini kesin bilgiyle anlarsak, bu kalbî muhalefete düştüklerini
bildiğimiz zaman onların dinden çıkaran küfürle kâfir olduklarına hükmederiz.
Ama bunu bilemezsek kafir olduklarına hükmetmemize yol yoktur. Zira bu
takdirde biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu tehdidinin altına girmekten
korkarız: “Bir kimse kardeşine “Ey kâfir!” derse bu söz ikisinden birine döner.”
Bu anlamda gelen hadisler gerçekten çoktur. Burada büyük bir delaleti olanını
zikrettim. Bu, müşriklerden birini öldüren sahabinin kıssasında gelmiştir. Bu müşrik, o
müslüman sahabenin kılıç darbesini görünce “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah
yoktur” demiş, fakat sahabi ona aldırmayarak öldürmüştür. Bunun haberi Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve sellem)’e ulaşınca buna şiddetle karşı çıkmış, sahabinin; o
müşriğin sadece ölüm korkusuyla bunu söylediğini belirterek mazeret beyan etmesi
üzerine “Kalbini mi yardın?” buyurmuştur. Bu hadisi Buhari ve Müslim Usame b. Zeyd
Radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir.
Şu halde itikadî küfrün mücerret amel ile esasî bir alakası yoktur.9 Büyük alaka
sadece kalp iledir.
Bizler fasığın, günahkârın, hırsızın, zina eden veya faizli muamele yapanın ve
benzerlerinin kalbini bilemeyiz. Ancak kalbindekini diliyle ifade ederse bu başkadır.
Ameline gelince, şeriata amelî olarak muhalefet etmiştir.
“Sen muhalefet ettin, fasık oldun, günah işledin” deriz, lakin Allah Azze ve
Celle indinde bize mazeret olması için, ondan dinden çıkması hükmüne dair bir şey
açıkça ortaya çıkıncaya kadar,: “Sen kafir oldun, dinden çıktın” demeyiz. Sonra,
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Dinini değiştireni öldürünüz” hadisinin
kapsamına girmemesi için, İslam’da bilinen hükmü ona getirilir.
Müslümanların hâkimlerini tekfir etrafında dönüp duran bu kimselere şöyle
diyerek devam ettim:
O hâkimlerin dinden çıkmış kafirler olduğunu söyleyenler aynı şekilde, onlar
üzerinde hüküm vermiş oluyorlar. Bu durumda üst olan bu hakimin onlara had cezası
tatbik etmesi gerekir.
Lakin şuan sizler – eğer cedelden selamette kalırsak – dinden çıkmış o kafir
hakimlere amelî bakımdan ne yapabilirsiniz?
Eğer: “Velâ ve berâ yaparız” derlerse, deriz ki: “Vela ve berâ güç yettiğince –
kalbî ve ameli olarak – muvalat ve muâdâta (Allah için dostluk ve Allah için
9 Allame el-Elbanî not olarak dedi ki: “Amellerden bazısı sahibini itikadî küfre düşürür. Zira bu
ameller kesin bir şekilde sahibinin küfrüne delalet eder. Zira o küfrünü bu fiiliyle ortaya
koyarak dilinin tabir etmesinin yerine geçer. Mesela bilerek, kasten Mushaf’ı pisliğe atmak
gibi.”
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
9
düşmanlığa) bağlıdır. Bunların mevcudiyeti için tekfiri ilan etmek ve riddeti yaymak
şart değildir. Hatta vela ve bera, bidat ehli, fasık ve zalime karşı da uygulanır.
Sonra onlara diyorum ki: İşte o kafirler İslam beldelerinden pek çok yeri
kuşatmışlardır. Maalesef bizler Yahudilerin Filistin’i istila etmesiyle müptela olduk.
Bizler ve sizler onların yaptıklarına karşı neye güç yetirebiliyoruz? Sizden
biriniz kâfirlerden olduğunu zannettiğiniz o hâkimlerin karşısında durabilir misiniz?10
İşin bu tarafını bıraksanız ve esasları İslam hükümetinin esasları üzerine
kurulan kaideyi te’sis etmeye başlasanız olmaz mı? Böylece Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve sellem)’in ashabını yetiştirdiği sünnete ve onların da esaslarını kurup
yaydığı nizama uymuş olursunuz.
Burada pekiştirerek ve tekrar tekrar şunu hatırlatıyoruz: Bütün Müslüman
cemaatlerin İslam hükmünün yeniden dönmesi hususunda çalışması zorunludur. Bu,
sadece İslam topraklarında değil, bütün yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin şu kavlini
gerçekleşmesi içindir: “Putperestler istemese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak
için, peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen O'dur.”(Saf 9)
Nitekim bazı müjdeleyici hadislerde bu ayetin ileride gerçekleşeceği bildirilmiştir.
Müslümanlar bu Kur’an nassını ve İlahî vaadi gerçekleştirmek için kararlı
olmalıdırlar. Bunun apaçık yol ile olması zorunludur. Bu yol; dinden çıkarak kafir
oldukları zannedilen yöneticilere başkaldırmak suretiyle olabilir mi? Sonra onların bu
hatalı zanlarıyla beraber herhangi bir şey yapmaya da güç yetiremiyorlar.11
10 Şeyh İbn Useymin dedi ki: “Bu gerçekten güzel bir sözdür. Yani Müslümanların
idarecilerinin kafirler olduğuna hükmedenlerin eline, onların küfürlerine hükmetmekle ne
geçiyor? Onları izale edebiliyorlar mı? Hayır, güçleri yetmiyor. Yahudiler elli sene kadar önce
Filistin’i istila ettiğinde, Arabı ve acemi ile İslam ümmeti onları oradan çıkaramadı.Nasıl olur da
dillerimizi bize hükmeden yöneticilere uzatabiliriz? Onları izale edemeyeceğimiz biliyoruz,
sonra kanlar dökülecek, mallar yağmalanacak, hatta ırzlar yağmalanacak fakat neticeye
ulaşılamayacaktır. Öyleyse bunun faydası nedir? Şayet insan kendisiyle Rabbi arasında o
gerçekten dinden çıkmış kafir hâkimlerden birinin olduğuna inansa, bunu ilan edip yaymanın
fitneye esir olmaktan başka bir faydası var mıdır? Şeyh Elbani’nin bu sözleri gerçekten
güzeldir. Lakin biz ona ancak bunun helal olduğuna inanması halinde küfürlerine
hükmedilmesi meselesinde muhalefet ediyoruz. Bu meselede düşünmeye ihtiyaç vardır. Zira
biz diyoruz ki, Kim Allah’ın hükmüyle hükmettiği halde, Allah’ın hükmünden başkasının daha
iyi olduğuna itikad ederse de kafir olur. Allahın hükmüyle hükmetmiş, fakat küfür akidesiyle
kafir olmuştur.
11 Şeyh İbn Useymin’e şu hususlar soruldu: Gençlerin çoğunun akıllarında yerleşen ve onlar
arasında huruç meselesi olan bir şüphe şu şekildedir: “Bu yöneticiler kendi koydukları
hükümleri kanun yaparak Allah’ın indirdiği ile hükmetmiyorlar.” Bu gençler de onların dinden
çıkarak kafir olduklarına hükmediyorlar. Buna binaen diyorlar ki: “Onlar bu küfürlerine devam
ettikleri müddetçe onlarla savaşmak gerekir. (Müslümanların) zayıf halde bulunmalarına da
itibar edilmez, Çünkü zayıflık hali ile ilgili durum, kılıç ayeti (Tevbe 5) ile nesh edilmiştir.
Müslümanların Mekke’de üzerinde oldukları zayıflık merhalesiyle amel etmeye mecal yoktur.!!
Bu şüpheye şöyle cevap verdi: “Öncelikle şunu bilmeliyiz: Dinden çıkma hükmü (riddet)
onlara tatbik edilebilir mi, edilemez mi? Bu da söz veya fiil olarak irtidada delalet eden (dinden
çıktıklarını gösteren) delilleri bilmeyi gerektirir. Sonra muayyen bir şahsa bunu tatbik ederken
herhangi bir şüphe söz konusu mudur, yoksa değil midir? Yani; bu fiilin ve bu sözün küfür
olduğunu gösteren nas bulunmalıdır. Lakin burada bu muayyen şahsa küfür hükmünün tatbik
edilmesi hususunda bir engel olabilir. Tekfire mani olan şeyler çoktur. Bunlardan birisi zan – bu
cahilliktir – bir diğeri de galebe halidir. Ailesine: “Ben öldüğümde beni yakın ve külümü denize
savurun. Zira Allah bana azap etmeye kadir olursa âlemlerde kimseye yapmadığı bir azap ile
beni cezalandırır” diyen adam hakkındaki hadisi Buhari ve Müslim; Ebu Said el-Hudrî
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
10
Öyleyse menhec nedir? Takip edilmesi gereken yol nedir?
Şüphe yok ki sahih olan yol; Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in üzerinde
olduğu, etrafında döndüğü, sahabelerinin her hutbelerinde “Yolların en hayırlısı
Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in yoludur” diyerek hatırlattıkları yoldur.
Radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir. Bu adamına akidesi zahirde küfürdür ve Allah’ın
kudretinden şüphe etmiştir. Lakin Allah onun cesedini bir araya getirip, ona hitap ettiğinde:
“Ya Rabbi! Ben senden korktum” veya buna yakın bir söz söylemiştir. Bunun üzerine
bağışlanmıştır. Onun bu fiili tevil edilmiştir. (Yani maksad ve muradı olan şeyden başkasına
yorumlanmıştır.) Bu adamın bir benzeri de kendisine sevinç galip gelmesiyle devesinden
tutarak: “Allah’ım sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim!” diyen kimsedir. Bunu Buhari
ve Müslim Enes Radıyallahu anh’den rivayet etmiştir. Bu söz küfürdür lakin bunu söyleyen
tekfir edilmemiştir. Zira o, mağluptur, galebe altındadır ve sevincinin şiddetinden dolayı,
aslında: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin ve ben de senin kulunum” demek isterken, “Allah’ım!
Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” diyerek hata etmiştir.
Küfür kelimesini söylemeye veya küfür fiilini yapmaya zorlanan kimse de, Kur’an nassından
dolayı tekfir edilemez. Zira o bunu yapmayı istememekte ve seçme hakkına da sahip değildir.
Biz biliyoruz ki, bu yöneticiler nikâh, farzlar ve benzeri konular gibi şahsi meselelerinde
mezheplerin ihtilafına göre Kur’an’ın delili ile hükmediyorlar. Ama insanlar arasında
hükmetmeye gelince muhalefet ediyorlar. Onların bazı kötü âlimlerden kaynaklanan şüpheleri
vardır. Onlar diyorlar ki: “Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem): “Siz dünya işlerinizi daha
iyi bilirsiniz” buyurmuştur. Bu ifade geneldir, dünya ile ilgili bütün maslahatları kapsar, bizim bu
konuda hürriyetimiz vardır. Zira Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Siz dünya işlerinizi
daha iyi bilirsiniz” buyurmuştur.” Muhakkak ki bu bir şüphedir. Lakin bu şüphe onlara hadlerin
uygulanması, sarhoş edici içkilerin yasaklanması ve buna benzer hususlarda İslam
kanunlarından ayrılma genişliği sağlar mı? Farzı muhal bazı iktisadi yasaklar hakkındaki
şüpheleri geçerli olsa da bu hususta şüphe söz konusu olamaz.
Ortaya atılan karışıklığa gelince, bu konuda şöyle denilir: “Eğer Allah Teala kıtali farz kıldıktan
sonra: “Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler.
Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar
(gerçeği) kavramayan bir topluluktur.”(Enfal 65)” buyurduysa bunlar kaç kişilerdir? Ona
karşı bir. Sonra şöyle buyurmuştur: “Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f
olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer
sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah sabredenlerle
beraberdir.“(Enfal 66)
Nitekim bazı alimler şöyle demişlerdir: “Şüphesiz bu zayıflık vakti hakkındadır. İlletiyle birlikte
hüküm de döner. Allah Azze ve Celle on kişiye sabrı vacip kıldıktan sonra şöyle buyurmuştur:
“Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi.” Sonra deriz ki: “Bize
göre bu meseledeki açık naslar muhkemdir. Bunun açıklaması Allah Teala’nın: “Allah bir nefse
ancak güç yetirebileceği şeyi yükler” kavlindedir. Allah Subhanehu ve Teala kişiye ancak
gücünün yettiği şeyi yüklemiştir. Yine: “Allah’tan gücünüz yettiği kadar korkun” buyurmuştur.
Şayet – kıymetli âlimlerin zikrettiği şartlara göre – farz edelim ki müşarun ileyhin bu yöneticiye
huruc etmesi gereksin. Şüphesiz bu bizlere yine vacip olmaz. Biz bunu izale etmeye güç
yetiremiyoruz. Mesele ortadadır. Lakin heva, sahibini meylettirir.”
Allame Elbani ek olarak şöyle dedi: “Bana göre böyle bir muhalefet söz konusu değildir. Ben
diyorum ki: “İnsanlardan birisi – isterse hüküm sahipleri dışında birisi olsun – İslam’ın
hükmünden başka bir şeyi daha layık görürse, amelî olarak İslam ile hükmetse dahi kafirdir.
Şu halde ihtilaf yoktur. Zira kalpteki esastır. Lakin sözümüz amel hakkındadır. Ben
zannediyorum ki bir kimsenin şeriata muhalif bir kanunla Allah’ın kullarına hükmetmesi,
mutlaka onu helal sayması ve şer’î kanundan daha hayırlı görmesi sebebiyle olur ve o kafirdir.
Bu ortadadır. Aksi halde buna kim ihtimal verir?
Fakat buna; kendisinden daha kuvvetli olan insanlardan korkarak tatbik edemeyenler
hakkında ihtimal verilmektedir. Böylece onlara müdahene (yaltaklık) etmiş olurlar. O halde
deriz ki: bu yağcı kimse, diğer günahları işleyenler gibidir. Bu konudaki en önemli mesele; o
yöneticilere huruc etmek gibi bir amel ile neticelenen tekfir meselesidir. Problem buradadır.
Evet, şayet insanın gücü yetiyorsa Müslümanlara hükmeden kafir yöneticileri tasfiye eder. Bu
hususta genişlik duyduğumuz şey, hakkında elimizde Allah’tan bir delil olan açık küfürdür.
Lakin mesele o kadar kolay bir şekilde değildir.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
11
Bütün Müslümanlara – özellikle de İslam hükmünün iadesine ehemmiyet
verenlere – gereken şey, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in başladığı yerden
başlamaktır. Bunu dile hafif iki kelimede özetliyoruz:
Tasfiye ve terbiye
Zira bizler, sadece yöneticilerin tekfirini ilan edip sonra da başka bir şey
yapamayan o aşırıların gaflet ettikleri – veya bilmezden geldikleri - sabit ve köklü
hakikatleri biliyoruz. Yöneticilerin tekfirini ilan edip kalacaklar sonra da kendilerinden
– veya onlardan – sadece fitneler ve mihnetler sadır olacaktır!!
Bu son yıllardaki manzara onların da önündedir; Harem olan Mekke’de
başlayan fitne Mısır’a sıçramış, seçkinler öldürülmüş, son olarak da Suriye’ye
yayılmıştır. Sonra şuan hala Mısır ve Cezayir’de olanları herkes seyrediyor. Temiz
Müslüman kanları bu fitneler ve belalar sebebiyle heder olmuş, daha başka bir çok
belalara meydan vermiştir.
Bütün bunların sebebi, onların Kitap ve Sünnetin naslarından birçoğuna
muhalefet etmiş olmalarıdır. Bunların en önemlilerinden birisi Allah Teala’nın: “And
olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan
kimseler için Rasulullah’ta en güzel bir örnek vardır.”(Ahzab 21) kavlidir.
Eğer iddia olarak değil, hakikaten yeryüzünde Allah’ın hükmünü ikame etmek
istiyorsak, kendilerine karşı durmaya ve savaşmaya gücümüzün yetmediği
yöneticileri tekfir ile mi işe başlamalıyız? Yoksa Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
sellem)’in başladığı şeyle mi başlamalıyız?
Şüphe yok ki cevap: “And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasulullah’ta en güzel bir örnek
vardır.”(Ahzab 21) ayetidir.
Lakin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ne ile başlamıştı?
İlmin rayihasından koklayan herkes kesinlikle bilir ki, Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve sellem) hakkı kabullenmeye istidadının olduğunu zannettiği fertleri davet
etmekle başlamıştır. Sonra – Nebevî siyerlerden bilindiği gibi - sahabelerden ferdi
olarak ona icabet eden etmiş, bundan sonra Mekke’de Müslümanlara baskı ve
işkenceler uygulanmaya başlamıştır. Sonra birinci ve ikinci hicret emri gelmiştir. Ta ki
Allah Azze ve Celle İslamı Medinetu’l-Munevvere’de yerleştirmiş ve güçlendirmiştir.
Bundan sonra karşılaşmalar ve Müslümanlar ile bir taraftan kâfirler, diğer taraftan
Yahudiler arasında çarpışmalar başlamıştır.
Öyleyse bizlerin de Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in yaptığı gibi
insanlara gerçek İslam’ı öğretmekle işe başlamamız zorunludur. Lakin şuan bizim
mücerret olarak sadece ta’lim ile yetinmemiz caiz değildir. Muhakkak ki İslam’a
dinden olmayan ve yüce İslam binasının yıkılmasına sebep olacak bidatler girmiştir.
Bu yüzden davetçilerin İslam’a sonradan giren şeylerin tasfiyesi ile başlamaları
gerekir.
İşte bu birinci esas olan tasfiyedir.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
12
İkinci esasa gelince; bu tasfiye ile birlikte, yeni yetişen nesli tasfiye bidatlerden
arındırılmış İslam üzere yetiştirmek (terbiye)dir.12
Bir asra yakın zamandır kurulan İslami cemaatlere, fikirlerine ve faaliyetlerine
bakacak olursak, birçok temiz kanların dökülmesine sebep olacak şekilde zayıf
delillerle, İslami hükümet isteyerek herhangi bir şey gerçekleştirmeksizin o kadar
bağırıp çağırmış olmalarına rağmen onların çoğunun bir şey elde edememiş
olduklarını görürüz.
Hala Kitap ve Sünnete muhalif akidelerini, Kitap ve Sünnete aykırı amellerini,
şeriata muhalif başarısız denemelerini tekrar ettiklerini duymaya devam ediyoruz.
Son olarak diyorum ki: Davetçilerden biri – onun tabilerinden bu söze sarılıp
gerçekleştirmelerini temenni ediyorum – şöyle demiştir: “Siz İslam devletini
kalplerinize kurun ki sizin için yeryüzüne kurulsun”13
Muhakkak ki, Müslüman akidesini Kitap ve Sünnete göre tashih ederek
kurarsa, böylece ibadetinin, ahlakının ve gidişatının da ıslah olacağında bir şüphe
yoktur.
Lakin maalesef bu hoş cümle ile insanlar amel etmemektedirler. Müslüman
devlet kurulması için bağrışmaya devam ediyorlar. Lakin faydası yok. Vallahi şairin şu
sözü doğru çıkmıştır:
Kurtuluş umuyor ama gitmiyorsunuz yoluna
Muhakkak ki gemiler yüzemez karada.
Umulur ki insaf sahipleri için bu anlattıklarımız ikna edici olmuştur ve umulur ki
yoldan çıkmışlara bir son olur. Allah yardımcımız olsun.
12 Şeyh Useymin dedi ki: “Şeyh Elbani öncelikle İslam’ın arındırılmasını istiyor. Zira şuan
İslam’a akaid, ahlak, muamelat ve ibadetlerle ilgili olmak üzere dört türde şaibeler girmiştir.
Akidede olan şaibeler: işte eşariler, işte mutezile, işte şu, işte bu fırkalar..
İbadetlerdeki şaibeler: işte sufiler, kadiriler, ticanîler vs.
Muamelattaki şaibeler: işte istismar edilerek helal sayılan faiz, işte mubah sayılan kumar
Öncelikle İslam’a giren bu şaibelerin tasfiye edilmesine ihtiyaç vardır. Bu işte de alimlerin ve
ilim talebelerinin büyük gayretler sarf etmeleri gerekir. Bundan sonra da gençlik bu
şaibelerden arındırılmış İslam üzere yetiştirilmelidir. İşte o zaman gençlik selim akide ve
ahlaka, Kitap, Sünnet ve Salih selefe uygun edeplere çıkabileceklerdir.
13 Şeyh Useymin dedi ki: Bu güzel bir cümledir. Allah yardımcımız olsun.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
13
Şeyh Abdulaziz b. Baz (Rahimehullah)’ın Takrizi
Hamd Allah içindir. Salat ve selam Allah rasulüne, ashabına ve onun yoluyla
hidayet bulanlara olsun. Bundan sonra:14
El-Muslimun dergisinin sayfalarında fazilet sahibi şeyh Muhammed Nasıruddin
el-Elbani’nin – Allah onu muvaffak kılsın – “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla
hükmedenlerin tafsilat olmaksızın tekfir edilmesi” hakkında kendisine sorulan soruya
verdiği faydalı cevaplarını gördüm.
İçerisinde hakka isabet edilen, müminlerin yolundan gidilen, insanlardan hiçbir
kimsenin; Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden kimseyi, kalbiyle helal saydığı
bilinmeksizin mücerret bir fiille tekfir etmesinin caiz olmadığının açıklandığı ve bu
konuda İbn Abbas Radıyallahu anhuma ile diğer seleften deliller getirildiği bu değerli
sözleri beğendim.
Şüphe yok ki, onun, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta
kendileridir” “zalimlerin ta kendileridir” ve “fasıkların ta kendileridir” ayetini tefsir
hususunda zikrettikleri doğrudur.
Nitekim küfrün büyük ve küçük olmak üzere iki kısımda olduğu açıklanmıştır.
Aynı şekilde zulüm ve fısk da büyük ve küçük olmak üzere iki kısımdır.
Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi veya zinayı, faizi ve üzerinde
icma edilen diğer haramları her kim helal sayarsa, büyük küfürle kafir, büyük zulümle
zalim ve büyük fıskla fasık olur.
Kim de helal saymaksızın bunları işlerse küçük küfürle küfretmiş, küçük
zulümle zulmetmiş ve fısk işlemiş olur. Zira Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem),
İbn Mes’ud Radıyallahu anh’ın rivayet etmiş olduğu hadiste: “Müslümana sövmek
fusuk, onu öldürmek küfürdür” buyurmuş, bu çirkin işlerden nefret ettirmek için bu
sözüyle küçük fıskı ve küçük küfrü kastetmiştir.
Yine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “İki şey vardır ki insanlar bu
hususlarla küfrederler: nesebe sövmek ve ölü için çığlık atmak” hadisi de böyledir.
Bunu Müslim, Sahihi’nde rivayet etmiştir. Bir başka hadiste: “Benden sonra
birbirlerinizin boyunlarını vurarak kafirlere dönmeyin” buyrulmuştur. Bunu da Buhari
ve Müslim Cerir Radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir. Bu anlamda pek çok hadis
vardır.
Her müslümana, özellikle de ilim ehline vacip olan; meselelerde sebat üzere
olup o konuda Kitap, Sünnet ve ümmetin selefinin yolu ışığında hüküm vermek ve
insanların çoğunun yolunu tuttuğu tafsilatsız olarak hükümleri mutlak kılmak
yolundan sakınmaktır.
İlim ehli, Allah Subhanehu’nun yoluna tafsilat ile davette özen göstermeli,
İslam’ı insanlara Kitap ve Sünnet’ten delilleriyle açıklamalı, onları istikamete teşvik
etmeli, İslam ahkâmına muhalif olan her şeyden sakındırmak suretiyle nasihat ve
tavsiyelerde bulunmalıdır.
14 Bu notu Şeyh Allame Abdulaziz b. Baz, Allame Muhammed Nasıruddin el-Elbanî’nin geçen
sözleri üzerine düşmüştür. Allah her ikisine de rahmet etsin. Nitekim bu notlar Mecelletu’d-
Da’ve’nin 11.5.1416( 5.10.1995) tarihli 1511 nolu sayısında neşredilmiştir. Yine el-Muslimun
dergisinin 12.5.1416 (6.10.1995) tarih ve 557 nolu sayısında da yayınlanmıştır.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
14
Böylece hak yolu açıklama, ona irşad etme ve Allah Azze ve Celle’nin “Allah’a
davet edip Salih amel işleyen ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha
güzel sözlü kim vardır?”(Fussilet 33) ayetiyle, “De ki: "İşte bu, benim yolumdur.
Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.
Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."(Yusuf
108) ve “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile çağır ve onlarla en güzel
şekilde mücadele et”(Nahl 125) ayetiyle amel ederek hakka muhalif şeylerden
sakındırma hususunda Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in, Raşit halifelerinin
ve kendilerinden razı olunmuş sahabelerinin yolu tutulmuş olur.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur: “Bir hayrı
gösteren kimse onu işleyenin ecrinin aynısını alır.”
“Kim bir hidayet yoluna davet ederse, kendisine de ona uyanların ecrinden bir
şey eksilmeksizin aynısı yazılır. Kim de bir sapıklık yoluna çağırırsa, ona uyanların
günahlarından bir şey eksilmeksizin kendisine de aynısı yazılır.”
“Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ali Radıyallahu anh’ı Hayber
Yahudilerine gönderirken şöyle buyurmuştu: “Onları İslam’a davet et ve onlara
Allah’ın hakkı olarak kendilerine vacip kılınanları haber ver. Vallahi Allah’ın senin
vesilenle bir kimseyi hidayet etmesi senin için kızıl develerden hayırlıdır.” Sıhhati
üzerinde ittifak edilmiştir.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’de on üç sene boyunca
insanları Allah’ı birlemeye ve İslam dinine girmeye samimiyetle, hikmetle, sabır ve
güzel üslup ile davet etmiş, ta ki Allah onun ve saadette öne geçen sahabilerinin
eliyle hidayet vermiştir. Sonra Medine’ye hicret etmiş ve ashabı ile birlikte Allah
Subhanehu’ya davetini burada hikmet, güzel öğüt, sabır ve en güzel olan mücadele
ile sürdürmüştür. Nihayet Allah ona kâfirlere kılıçla cihadı meşru kılmış, böylece
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile ashabı (Radıyallahu anhum) en kamil
kıyamı gerçekleştirmiş, Allah onları desteklemiş, yardım etmiş ve onları övülmüş
sonuca eriştirmiştir.
Yardım ve güzel sonuç kıyamet gününe kadar işte böylece onlara güzellikle tabi
olan, onların yolu üzerinde yürüyen kimselerindir. Allah’tan bizleri ve diğer Müslüman
kardeşlerimizi onlara en güzel şekilde uyanlardan kılmasını, Allah’a basiretle, Salih
amelle ve hak üzere sabırla çağıran bütün davetçi kardeşlerimizi kendisiyle
karşılaşıncaya kadar bu yoldan ayrılmamakla rızıklandırmasını dileriz. Şüphesiz
bunda Velî ve Kadir olan O’dur.
Allah’ın salat ve selamı peygamberimiz Muhammed’e, âl’ine, ashabına ve din
gününe kadar onlara güzellikle uyanlara olsun.
Tekfir Fitnesi / Muhammed Nasıruddin el-Elbani / Terceme: Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş