Articles




ÖNSÖZ


Allah’ın adıyla.Hamd, Allah’adır.Salât ve selâm, Allah’ın elçisi peygamberimiz


Muhammed’e, âline ve ashâbına olsun.


Açıkça söylemek gerekirse ben, -ki hakkın söylenmesi gerekir- ehli beyt şiâsını,


ehli beyti sevmekte aşırıya gidip onları savunan, dînin bazı tâli meselelerinde


yakın veya uzak yorumlar nedeniyle ehli sünnete muhâlefet eden bir topluluk


olarak biliyordum.


Bu nedenle, bazı kardeşlerin onları fâsık ilân etmelerine, kimi zaman da


onları İslâm dâiresinden çıkarmalarına (tekfîr etmelerine) kızıyor,hatta çok


üzülüyordum.Lâkin bu durum fazla uzun sürmedi ki kardeşlerimizden birisi


ehli beyt şiâsı hakkında doğru hüküm verebilmem için onlara âit olan bir


kitabı okumamı tavsiye etti.


Kitabın seçimi olarak da şiâ mezhebinin ispatı konusunda sözüne en çok itibar


edilen bir kimse olan Küleynî’nin “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabı oldu.


Küleynî’nin kitabını okuyup ilmî gerçeklerle neticeye vardıktan sonra, şiâya


karşı duygusal davrandığımdan dolayı beni hatalı gören, ehli sünnetle doğru


veya yanlış sebeplerle İslâm dînine mensup olduklarını söyleyen bu topluluk


arasında var olan bazı kırgınlıkların giderilmesini ümit ederek onlara şirin


görünmek istediğimden dolayı beni ayıplayıp bu durumu hoş karşılamayan


kardeşlerimden özür dilememi gerekli kıldı.


İşte, şiâ mezhebinin ispatı konusunda şiânın güvendiği en önemli kitaptan


derlediğim gerçekleri takdim ediyor ve bütün şiâ toplumunu, bu gerçekleri


samimîyet ve insafla düşünmeye, ardından da şiâ mezhebi ve bu mezhebe


mensup olmak konusunda hüküm vermeye çağırıyorum.


Eğer bu mezhebin hak olduğuna ve ona mensup olmanın doğru olduğuna


hüküm verirse,şiâ mezhebine mensup olan herkes,mezhebini yaşamaya


devam etsin.


8


Peygamberin Evinde Bir Gün


Yok, eğer bu mezhebin temelsiz ve bâtıl olduğuna, bu mezhebe mensup


olmanın çirkin olduğuna hüküm verirse, her şiâ mensubuna düşen görev;


kendi kendine nasihat ederek kurtuluşunu istemek için bu mezhebi terkederek


ondan uzaklaşmasıdır.


Milyonlarca müslümana yeten Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve elçisi


Muhammed- sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti, ona da yeter.


Yine, gerçek ortaya çıktıktan sonra bir müslümanın katı bir taklitçilik veya


milliyetçilik taassubu gütmesinden veyahut dünyevî menfaatını korumak


uğruna bâtılda ısrar etmesinden Allah-azze ve celle-’ye sığınırım.


Böyle yapan kimse, hem kendisini aldatmış, hem de nifak ve hilekâr bir yol


edinmiş olur.Böylelikle evlâtlarını, kardeşlerini ve kendisinden sonra gelecek


nesilleri haktan yüz çevirerek bâtıla, sünnetten uzaklaştırarak bidata, gerçek


İslâm dîninden çirkin mezhebine ileterek fitneye sebep olmuş olur.


Ey Şiâ Mensubu!


Aşağıda sayacağım ilmî gerçekler, inandığın mezhebinin esâsı ve


dîninin kâideleridir.Seni ve kavmini, İslâm adına İslâm’dan, hak


adına haktan uzaklaştırmak için, sana ve senden önceki nesillere


bu esâs ve kâideleri koyan hilekâr ve kâtil eller, azgın ve şerli


nefislerdir.


Ey Şiâ Mensubu!


İşte, inandığın mezhebin temel taşı ve şiânın ana kaynağı durumunda


olan “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın içerdiği yedi gerçeği sana


takdim ediyorum.Bu gerçeklere bir göz atıp iyice düşünmelisin.


Allah Teâlâ’dan, bu gerçekleri okuduktan sonra sana, hakkı hak


olarak göstermesini ve onu inanç olarak yaşamanda sana yardımcı


olmasını, yaşarken de her türlü zorluklara karşı dayanma gücünü


vermesini dilerim.


Şüphesiz ki Allah Teâlâ’dan, başka hakkıyla ibâdet edilecek bir ilâh


yoktur.Ve O’ndan başka her şeye yücü yeten de yoktur.


9


Abdulmelik el-Kasim


BİRİNCİ GERÇEK


Tevrât, Zebûr ve İncîl gibi ilâhî kitapların birer nüshâsının Ehli Beyt


âlimlerinde bulunduğundan Ehli Beyt ve şiâsı Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyaç


duymamaktadırlar (!) :


Ey Şiâ Mensubu!


Bu gerçeği pekiştiren ve senin de inanmanı gerektiren olay; “el-Kâfî fî Usûli’ddîn”


adlı kitapta haber verilen husustur.


Kitabın yazarı Küleynî bu konuda şöyle der:


“İmamların ellerinde, Allah tarafından indirilmiş kitapların hepsi


bulunmaktadır.İmamlar, değişik dillerde olmasına rağmen bu kitapları


okuyup anladıklarına dâir bölüm ”( 1)


Küleynî, bu hususta Ebu Abdillah’dan(2) rivâyet edilen iki hadîsi delîl


göstermektedir.Buna göre, Ebu Abdillâh, -güyâ - İncîl, Tevrât ve Zebûr’u


Süryânice okuyormuş !!!


Yazarın bu sözünün arkasında yatan niyeti bellidir.Bu ise ehli beyt ve onun


şiâsının bu konuda imamlara tâbi olduğudur. Dolayısıyla imamlar,önceki


peygamberlere inen kitapları bildiklerinden Kur'an'a ihtiyaç duymayabilirler.


Bu inanç,şiâyı İslâm ve müslümanlardan ayıran çok büyük bir tehlikedir.Hiç


şüphe yok ki, hangi sebeple olursa olsun Kur'an'a ihtiyaç olmadığına inanmak,


insanı İslâm dâiresinden çıkarıp müslümanlardan uzaklaştırır.Şiânın bu


düşünce ve inancı, İslâm ümmetini inanç esâsları, ahkâm ve âdâbı konusunda


birbirine bağlayan ve onları tek bir ümmet yapan Kur'an'dan yüz çevirmek


demek değil midir ?


1 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 207


2 Ebu Abdillâh; Câfer Sâdık’ın künyesidir. (Mütercim)


10


Peygamberin Evinde Bir Gün


Yine, tahrif olunarak hükmü ortadan kaldırılan kitapları okuyarak onlara önem


vermek ve içindekilere göre yaşamak, Kur'an'dan yüz çevirmek demek değil


midir ?


Kur'an'dan yüz çevirmek, İslâm dîninden çıkış ve küfür sayılmaz mı?


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-, Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsunelinde


Tevrât’tan bir sayfa gördüğünde onu yırtmış ve ona: “Size, berrak ve


tertemiz Ku'an'ı getirmedim mi?” dediği halde, tahrif olunmuş ve hükmü


ortadan kaldırılmış kitapları okumak nasıl câiz olur ?


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun-


Tevrât’tan koparılan o sayfaya bakmasına dahi râzı olmuyorsa, temiz ehli


beytten birisinin, eski kitapların hepsini toplaması ve değişik dillerde olmasına


rağmen onlara yönelip onları okuması hiç düşünülebilinir mi? Hem bunları


niçin yapsın ki ?


Acaba o kitaplara bir ihtiyacı olduğundan dolayı mı, yoksa bunun ardında


istediği başka bir şey mi vardır?


Allah’a yemin olsun ki bunun ardında yatan amaç; İslâmı ve müslümanları


ortadan kaldırmak için âlemlerin Rabbi olan Allah’ın elçisinin ehli beytine


yapılan iftiradan başka bir şey değildir.


Son olarak, şiâya mensup herkesin şunu bilmesi gerekir ki hangi sebeple olursa


olsun bir insanın Kur'an'ın tamamına veya bir kısmına ihtiyaç olmadığına


inanması, onun İslâm dîninden çıkması ve mürted olması demektir.Bu inanç,


sâhibini İslâm dîni ve müslümanlarla olan bağını koparır.


O Kur’an ki, Allah Teâlâ onu hiçbir noksanlık veya fazlalık olmaksızın


müslümanların gönüllerinde günümüze kadar koruduğu ve sonsuza dek öyle


kalacak olan, vahîy emîni Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın Allah Teâlâ tarafından,


peygamberlerin efendisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e indirdiği,


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-, ashâbı ve onlardan sonra gelen


milyonlarca müslümanın tevâtür yoluyla günümüze kadar okudukları bir kitaptır.


Nitekim Allah Teâlâ Kur'an'ı koruma görevinin kendisinde olduğunu belirterek


şöyle buyurmaktadır :


11


Abdulmelik el-Kasim





“Şüphesiz ki Zikr’i (Kur’an’ı) (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-


’e) biz indirdik ve onu (bir değişikliğe uğratılarak ilâve edilmekten veya


noksanlaştırılmaktan veyahut da bir kısmının kayba uğratılmasından) koruyacak


olan da yalnızca biziz.” 3


İKİNCİ GERÇEK


Sahâbeden Hz. Ali-Allah ondan râzı olsun- ve ehli


beyt imamlarından başka


hiç kimsenin Kur’an’ı toplayıp ezberlemediği inancı (!):


Küleynî, adı geçen kitabında bu inancı zikretmiş ve kendisinin de bu inanca


sâhip olduğunu belirterek şu olayı delîl göstermiştir:


“Câbir b. Yezîd el-Cû’fî’den rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der: Ebu Câferaleyhisselâm-’


ı şöyle derken işittim:Kur’an’ın tamamını topladığını iddiâ


eden yalancıdır. Kur’an’ı nâzil olduğu gibi Ali b. Ebî Tâlib ve ondan sonra


gelen imamlardan başka hiç kimse toplayıp ezberlememiştir.” 4


3 Hicr Sûresi: 9


4 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 26


Ey Şiâ Mensubu!


Şimdi bilmelisin ki -Allah Teâlâ , beni ve seni hak dînine ve


dosdoğru yoluna iletsin- bu inanç yani ehli beyt imamlarından başka


müslümanlardan hiç kimsenin Kur'an'ı toplayıp ezberlemediğine


inanmak; bozuk ve bâtıl bir inançtır.


Bu inancı yerleştiren kimsenin niyeti; ehli beyt ve şiâsı dışındaki


müslümanları tekfir etmektir.Böyle inanmak ve düşünmek; bu


inancın ne kadar bozuk ve bâtıl, aynı zamanda ne kadar şerli olduğunu


göstermektedir.Bunun şerrinden Allah’a sığınırız.


12


Peygamberin Evinde Bir Gün


Bu inancın bozuk ve bâtıl olduğunu şöyle izâh edebiliriz:


1. Osman b. Affân, Ubeyy b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Mesud-Allah


onlardan râzı olsun- gibi sahâbenin mushafları ve Rasûlullah-sallallahu aleyhi


ve sellem-’in ashâbından yüzlercesinin Kur'an'ı ezberleyip topladıkları halde,


onları yalanlamak; onların günâhkâr ve sözlerinde adâletsiz olduklarını


gerektirir.Temiz ehli beytten hiç kimse bunu söylemez.Bunu, ancak fitne


çıkararak müslümanların arasını açmak isteyen,İslâm düşmanları söylerler.


2. Ehli beyt şiâsının dışındaki müslümanların genelinin Kur'an'ın bir kısmıyla


amel edip diğer kısmını terkettiklerinden dolayı dalâlette olmaları ki bunun


küfür ve dalâlet olduğunda hiç şüphe yoktur.Çünkü müslümanlar, Allah’ın


indirdiği Kur'an'ın hepsiyle değil de bir kısmıyla Allah’a ibâdet etmiş


sayılmaktadırlar. Buna göre, müslümanların sâhip olup da yaşayamadıkları


Kur'an'ın diğer kısmında akâid, ibâdetler, âdâb ve ahkâm ile ilgili âyetlerin


olması mümkündür.


3. Bu inanç, Allah’ın şu sözünü yalanlamayı gerektirir:





“Şüphesiz ki Zikr’i (Kur’an’ı) (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-


’e) biz indirdik ve onu (bir değişikliğe uğratılarak ilâve edilmekten veya


noksanlaştırılmaktan veyahut da bir kısmının kayba uğratılmasından)


koruyacak olan da yalnızca biziz.” 5


Allah Teâlâ’yı yalanlamak ise küfürdür. Hem de ne küfür!!!


4. Allah’ın kitabını müslümanların hepsine değil de yalnızca kendi şiâsından


dilediklerine has kılıp saklamak ehli beyte câiz midir?


Ehli beytin münezzeh olduğu bu hareket, Allah Teâlâ’nın rahmetini


gizleyip, ona tek başına sâhip olmak ve onu gasbetmek demek değil midir?


Allah'ım! Biz bilmekteyiz ki elçin Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellemve


ehli beytin bu yalanından uzaktır.


5 Hicr Sûresi : 9


13


Abdulmelik el-Kasim


Allah'ım! Elçin Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytine


yalan isnad edip onlara iftirâ edenlere lânet et.


5. Bu inanç, sadece şiânın hak sâhibi ve hak üzere olduğunu gerektirir.


Çünkü şiâ; -iddiâlarına göre- Kur'an'ın noksansız olarak tamamına sadece


kendileri sâhiptirler.Böylece onlar, Allah Teâlâ’nın indirdiğinin tamamıyla


Allah’a ibâdet etmekte, diğer müslümanlar ise Kur'an'ın çoğundan ve


ondaki hidâyetten mahrum olduklarından dolayı dalâlettedirler.


Ey Şiâ Mensubu!


Bu gibi saçmalıkları aklı selim birisi söylemekten münezzeh olduğu


halde İslâm’a ve müslümanlara mensup birisi nasıl söylesin.


Şüphesiz ki Allah Teâlâ, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- vefât


etmeden Kur'an'ın inişini kemâle erdirip açıklamasını tamamlamış,


müslümanlar da onu gönüllerinde ezberleyerek yazıya dökmüşlerdir.


Böylece Kur’an, müslümanlar arasında yayılarak hepsine ulaşmış


ve herkes tarafından ezberlenmiştir. Kur'an'ın toplanıp ezberlenmesi


konusunda ehli beyt ile diğer müslümanlar arasında hiçbir fark


yoktur.


O halde nasıl olur da; “Kur'an'ı ehli beyt’ten başka hiç kimse


toplayıp ezberlememiştir.Bunu iddiâ eden yalancıdır” denilebilir?


Bunu söyleyene meydan okunsa ve kendisine şu soru sorulsa hâli


nice olur dersiniz:


“Ehli beyt şiâsına has olan bu Kur’an’dan bize bir sûre veya bir kaç


sûre gösterebilir misin? ”


Allah'ım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim ki bu,


büyük bir iftirâdır.





15


Abdulmelik el-Kasim


ÜÇÜNCÜ GERÇEK


Geçmiş peygamberlerden geriye kalan taş ve âsâ gibi eserlere bütün


müslümanların değil de yalnızca ehli


beyt ve şiâsının sâhip olması (!):


Bu gerçeği doğrulayıp ispat eden olay yine, “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın


yazarı Küleynî’nin rivâyet ettiği kıssadır.


Küleynî şöyle der:


“Ebu Basîr, Ebu Câfer-aleyhisselâm-’dan rivâyet ettiğine göre, Ebu Câfer şöyle


der: Mü’minlerin emîri Ali-aleyhis-selâm- karanlık bir gecede mırıldanarak


dışarı çıkıp şöyle demeye başlar: Hım... Hım... Karanlık bir gece... İmam


Ali,üzerinde Âdem’in gömleği,parmağında Süleyman’ın yüzüğü ve elinde


Musa’nın âsâsı olduğu halde huzurunuza çıktı.”


Küleynî yine şöyle rivâyet eder:


“Ebu Hamza, Ebu Abdillah-aleyhis-selâm-’ı şöyle derken işittim der: Musa’nın


levhâları ile âsâsı bizdedir. Bizler, peygamberlerin vârisleriyiz!” 6


Ey Şiâ Mensubu!


Bu inanç, özellikle de bu üçüncü gerçekte belirtilen inanç, birçok


konuda son derece bozuk ve çirkin hükümleri kabul etmeni gerektirir


ki senin gibi akıl sâhibi birisinin bunlardan uzaklaşması ve bunları


kabul etmemesi gerekir.


Bu bozuk ve çirkin hükümleri şöyle sıralamak mümkündür :


1. 1. Hz.Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- yalanlamaktır O’na:


“Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- siz ehli beytine özel bir şey


ayırdı mı?” diye sorulduğunda,o;“ Şu kılıcımın kınındaki şeyden başka


6 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 227


16


Peygamberin Evinde Bir Gün


bir şey ayırmadı.” demiş ve içerisinde dört şey yazılı bulunan sayfayı


çıkarmıştır.7


2. Bu sözü Hz. Ali’ye-Allah ondan râzı olsun- nispet ettiklerinden dolayı


ona iftira etmişlerdir.


3. Bu inanç, sâhibinin ne kadar aşağılayıcı bir davranış içerisinde bulunduğunu,


bu inancının ne kadar saçma olduğunu, akıl yönünden de noksan olduğunu


ve kendisine dahi saygısız olduğunu göstermektedir.


Örneğin Küleynî’ye:


“Hz. Süleyman’ın yüzüğü, Hz.Musa’nın âsâsı veya Musa’ya indirilen


levhâlar nerededir?” diye sorulsa hiçbir cevap veremez ve iddiâ ettiği


şeylerden hiçbirisini getirmeye gücü yetmez.Bundan da anlaşılmaktadır


ki kıssa baştan sona kadar yalan ve düzmecedir.


Bundan daha açık olarak şöyle söylenebilir:


“O halde-iddiâ ettiğin- Hz.Musa’nın âsâsı ile Hz.Süleyman’ın yüzüğü


gibi mucizeler ehli beyt şiâsının elindeydi de tarih boyunca senden önceki


ehli beyt şiâsı, birçok ezâ ve cefâya maruz kalmasına rağmen, niçin


düşmanlarını yok etmek için bunları kullanmadılar?


4. Bu yalan dolu rezâletin arkasında yatan hedef; şiânın hidâyet, kendilerine


düşmanlık eden ehli sünnet yalanlamaktadır. Dalâlet üzere olduklarını


ispatlamak içindir.Bundan da kastın; İslâm ümmetinden ayrı bir durumda


bulunan şiânın, bu topluluğun ileri gelenleri ile bunların gerisindeki


art niyetli ve çirkin arzulu insanların, İslâmı yıkmak ve müslümanların


birliğini parçalamak uğruna bir hayatı gerçekleştirmek için bu mezhebi


kalıcı kılmasıdır.


Bu bozuk ve şerli bir gâyeyi gerçekleştirmek için inanılan bu inanç ne


kötü bir inanç, buna inanan veya râzı olan insan da ne kötü insandır.


7 Buhârî, Müslim ve diğer hadîs âlimleri bu dört şeyi kitaplarında zikretmişlerdir.Buna göre Hz.Ali’nin-


Allah ondan râzı olsun- kılıcının kınından çıkardığı sayfada şu dört şey yazılıydı:


1. Allah’tan başkası adına kurban kesene Allah lânet etsin.


2. Tarla veya arazinin sınır taşını çalan veya değiştirene Allah lânet etsin.


3. Anne ve babasına lânet edene Allah lânet etsin.(Bu lânet, dolaylı yoldan da olabilir: Örneğin bir


kimsenin başkasının anne ve babasına lânet etmesi,anne ve babasına lânet edilen kimse de onun anne


ve babasına lânet ederse,işte bir kimsenin anne ve babasına lânet etmesi demektir.)


4. Kendisine had cezası uygulanmasın diye yeryüzünde olay çıkaran kimseyi yanında barındıran


kimseye Allah lânet etsin.(Mütercim)


17


Abdulmelik el-Kasim


DÖRDÜNCÜ GERÇEK


Bütün müslümanların değil de sadece ehli beyt ve şiâsının ilâhî ve nebevî


bilgilere sâhip oldukları inancı (!):


Bu gerçeğin kaynağı da yine “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın yazarı


Küleynî’dir.8


Küleynî şöyle der:


“Ebu Basîr’den rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der: Ebu Abdillahaleyhisselâm-’


ın huzuruna girdim. O’na: Canım sana fedâ olsun.Senin şiân


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ali-aleyhisselâm–’a ilimden bin


kapı öğrettiğini, her kapıdan da bin kapı açıldığını söylüyorlar” dedim.


Bunun üzerine,Ebu Abdillah-aleyhisselâm- ona şöyle dedi: “Yâ Ebâ


Muhammed! Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem– Ali-aleyhisselâm-’a bin


kapı öğretti.Her kapıdan da O’na bin kapı açılır.”


Ebu Basîr: “Bu, benim söylediğim söz gibidir ” dedim.


Ebu Abdillah: “Yâ Ebâ Muhammed! Bizde bir câmia vardır ki onun ne olduğunu


bilirler mi? ”dedi.


Ebu Basîr:“Canım sana fedâ olsun!Câmia nedir?” diye sordum.


Ebu Abdillah: “Câmia, uzunluğu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in


dirseği gibi yetmiş dirsek boyunda olan bir sahifedir.Ali -aleyhisselâm-, o


sahifeyi ağzından çıkan sözleri, helâl ve haramı, insanların ihtiyaç duyacakları


her şeyi, hatta vurma sonucu vücutta bırakılan bir çiziğin diyetini dahi sağ


eliyle yazmıştır.”


Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim” dedi.


Ebu Abdillah:“O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.


8 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 138


18


Peygamberin Evinde Bir Gün


Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde, ‘Cefr’ vardır.


Cefrin ne olduğunu bilirler mi?


“Cefr:Deriden yapılmış öyle bir kaptır ki onda peygamberlerin, vasîyet


edenlerin ve İsrâil oğullarından gelmiş geçmiş bütün âlimlerin ilimleri vardır.”


Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim” dedi.


Ebu Abdillah:“O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.


Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde Fâtıma-aleyhesselâmmushafı


(Kur'an'ı) vardır. Fâtıma mushafının ne olduğunu bilirler mi?”


Ebu Basîr: “Fâtıma mushafı nedir? dedim” dedi.


Ebu Abdillah: “O öyle bir mushaftır ki sizin şu Kur'an'ınızın üç katı kadardır!


Allah'a yemin ederim ki o mushafta sizin Kur'an'ınızdan bir harf dahi yoktur.”


Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim ” dedi.


Ebu Abdillah: “O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.


Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde öyle bir ilim


vardır ki geçmişte olmuş,şu anda olan ve kıyâmete kadar olacak olayların ilmi


vardır!”9


Şimdi, bu bâtıl inancın gerçek sonucunu şöyle sıralamak mümkündür:


1. Allah Teâlâ’nın kitabına ihtiyaç duymamak apaçık küfürdür.


2. Bütün müslümanların değil de sadece ehli beyt şiâsının her türlü bilgilere


sâhip olması ki bu hareket, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e nispet


edilen apaçık bir ihânettir.Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e ihânet


nispet etmenin küfür olduğunda şüphe yoktur, tartışma da kabul etmez.


3. Hz.Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- şu sözünü yalanlamaktır.: “Rasûlullahsallallahu


aleyhi ve sellem-, biz ehli beytine bir şey ayırmadı.”


Bir müslümana yalan isnâd etmek nasıl haram olup asla câiz değilse, Hz.


Ali’ye-Allah ondan râzı olsun- yalan isnâd etmek de haramdır ve asla câiz


değildir.


9 Küleynî’nin sözü burada bitmektedir


19


Abdulmelik el-Kasim


4. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e yalan isnâd etmek ki bu, Allah


katında günâhların en büyüğü ve en çirkinidir.Çünkü Rasûlullah -sallallahu


aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmaktadır:


“Bana yalan isnâd etmek, sizden birinize yalan isnâd etmek gibi değildir.


Her kim, bana bilerek yalan isnâd ederse, Cehenneme girsin.”


5. Hz. Fâtıma’ya-Allah ondan râzı olsun- has olup bu Kur'an'ın üç katına


denk olan Fâtıma mushafı olduğunu ve bu mushafta elimizdeki Kur'an'dan


bir harf dahi olmadığını söyleyerek Hz. Fâtıma’ya iftirâ etmektir.


6. Bu inanç sâhibinin, ilâhî ve nebevî bilgilere sâhip olduğundan dolayı


kendisinin hidâyet, diğer müslümanların ise bundan mahrum olarak dalâlet


üzere olduklarına inanmasıyla kendisinin müslümanlardan olması veya


müslümanların cemaatından sayılması mümkün değildir.


7. Son olarak, Allah Teâlâ’nın ondan başkasını dîn olarak asla kabul


etmeyeceği İslâm dînine böyle saçma-sapan, bâtıl ve çirkin yalan nispet


edilebilinir mi?


Oysa Allah Teâlâ bu konuda öyle buyurmaktadır:





“Her kim, İslâm dîninden başka bir dîn isterse, o dîn ondan asla kabul


edilmeyecektir. Ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” 10


O halde, Ey Şiâ Mensubu!


Bu büyük bataklıktan hep birlikte kurtulmak için benimle beraber şöyle söyler


misin:


“Allahım! Biz, kullarını saptırmak, İslâmı yoketmek ve elçin Muhammedsallallahu


aleyhi ve sellem-’in ümmetini parçalamak için sana, peygamberine


ve temiz ehli beytine iftira edenleri terkedip onlardan uzaklaşıyoruz.”


10 Âl-i İmrân Sûresi: 85


20


Peygamberin Evinde Bir Gün


BEŞİNCİ GERÇEK


Musa Kâzım’ın, şiâ için kendisini fedâ ettiği inancı :


Bu gerçeği de yine Küleynî “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabında zikretmektedir.


Küleynî, adı geçen kitabında şöyle rivâyet eder:


“Ebu Hasan Musa Kâzım, -şiânın on iki imamının yedincisidir- şöyle der:


Allah Teâlâ şiâya hiddetlenince, kendimi veya şiâyı fedâ etmem konusunda


beni serbest kıldı.Ben de kendimi fedâ ederek onları ölümden kurtardım.”11


Ey Şiâ Mensubu!


Şimdi, buna inanmanı gerektiren, inandıktan sonra da içerdiği söz ve


anlam bakımından doğrulamanı zorunlu kılan bu hikâyenin kaynağı


nedir?


Musa Kâzım-Allah ona rahmet etsin- kendisine tâbi olanları


(şiâyı) kurtarma uğruna, Allah’ın şiâyı bağışlayıp cennete hesapsız


girdirmesi için kendisini fedâ ederek canına kıyacak ve Allah Teâlâ


da buna râzı olacak!!!


Ey Şiâ Mensubu!


Allah Teâlâ, beni ve seni sevdiği ve râzı olduğu şeylerde muvaffak


kılsın, inanç, söz ve davranışının düzgün olması için bu iftirayı iyice


düşünmelisin. Haktan uzak olması, doğrulukla hiçbir alakasının


olmamasından dolayı buna iftiradan başka bir şey demiyorum.Bu


iftirayı iyice düşündükten sonra ona inanan bir insanın ne kadar


büyük günâhlar işlemeyi gerekli kıldığını görürsün.


Allah’ı Rab, İslâmı dîn, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’i


nebî ve rasûl olarak bildiğin sürece bu günâhların hiçbirisinin sana


nispet edilmesine veya senin ona nisbet edilmene asla râzı olmazsın.


11 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 260


21


Abdulmelik el-Kasim


Bu büyük günâhlar şunlardır :


1. Allah Teâlâ’nın:





“Allah’a yalan isnâdında bulunarak O’na iftirâ edenden daha zâlim kim


olabilir”12


buyurduğu halde, O’nun Musa Kâzım’a vahyederek şiâya hiddetlendiğini


ve Musa Kâzım’a,ya kendisini ya da şiâsını fedâ etmesi konusunda serbest


kıldığını, Musa Kâzım’ın da şiâyı kurtarmak uğruna kendisini fedâ ettiğini


iddiâ etmek, yemin ederim ki Allah Teâlâ’ya yapılan en büyük iftirâdır.


2. Musa Kâzım’a-Allah ona rahmet etsin- yalan isnâdında bulunarak bu sözle


ona iftirâ etmektir.Allah’a yemin ederim ki Musa Kâzım bu iftiradan uzaktır.


3. Musa Kâzım’ın peygamber olduğuna inanmaktır. Allah’a yemin ederim


ki Musa Kâzım, ne bir nebî ne de bir rasûldür.Allah’ın Musa Kâzım’a


hiddetlendiğini, kendisini veya şiâsını fedâ etmesi konusunda muhayyer


kıldığını haber vermesi, Musa Kâzım’ın da şiâsı için kendisini fedâ ederek


ölmeye râzı olduğunu söyleyen kimsenin bu sözünden Musa Kâzım’ın


peygamber olduğu açıkça anlaşılır!!!


Bilindiği gibi müslümanlar, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-


’den sonra peygamber olduğuna veya geleceğine inanan kimsenin, Allah


Teâlâ’nın şu sözünü yalanladığından dolayı kâfir olduğunda hemfikirdirler.





“Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-, sizden hiçbirinizin babası


değildir.Lâkin O, Allâh’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. (O’ndan


sonra kıyâmete kadar peygamber gelmeyecektir.)”13


12 En’am Sûresi : 93


13 Ahzâb Sûresi : 40


22


Peygamberin Evinde Bir Gün


4. Hristiyanların Hz. İsâ’nın insanlığı kurtarma uğruna çarmıha gerilerek


kendisini fedâ ettiğine inandıkları gibi, şiânın da bu gerçeğe inanarak


Hristiyanlıkla aynı inancı paylaşmış olmasıdır ki –güya- İsâ-aleyhisselâminsanların


işledikleri günâhlara keffâret olması için kendisini fedâ ederek


çarmıha gerilmeye râzı olmuş, dolayısıyla onları Allah’ın gazâbı ve acıklı


azabından kurtarmak için kendisini fedâ etmiştir.Şiâ da aynı şekilde buna


inanmaktadır.Zira dediğimiz gibi şiâ, Allah Teâlâ’nın Musa Kâzım’ın


şiâsını helâk edeceğini dolayısıyla ya şiâsını ya da kendisini öldürüp fedâ


etmesi konusunda Musa Kâzım’ı serbest kıldığını, Musa Kâzım’ın da


Allah’ın şiâya hiddetlenip azap etmemesi için kendisini fedâ ederek şiâyı


kurtarmaya râzı olduğuna inanmaktadır.


O halde, şiâ ile Hristiyanlar inanç olarak birdirler.


Hristiyanlar, Allah Teâlâ’nın kitabı Kur'an'ın açık ifâdesiyle kâfirdirler.Bir şiâ


mensubu, îmân ettikten sonra kâfir olmaya hiç râzı olur mu?


Ey Şiâ Mensubu!


Andolsun ki seni öyle bir iş için hazırlamışlar ki bir bilebilsen,


Başıboş kalmış hayvan gibi onlara av olmaktan kendini uzak tut.


Ey Şiâ Mensubu!


Son olarak sana şunu tavsiye ediyorum:


Bu saçma-sapan ve bâtıl şeylerden uzaklaşıp kendini kurtar.Allah


Teâlâ’nın dosdoğru yolu olan gerçek mü’minlerin yolunu tut.


23


Abdulmelik el-Kasim


ALTINCI GERÇEK


Şiâ imamlarının günâh işlemedikleri (ismet), onlara vahiy geldiği ve kendilerine


itaat edilmesi gerekliliği konularında -Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’e


helâl olan dörtten fazla kadınla evlenme dışında- Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve


sellem- ile aynı konumda oldukları inancı (!):


Şiâ imamlarının Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumda


olduğu inancını yine “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın yazarı Küleynî iki


şekilde rivâyet etmiştir.


Birinci rivâyette Küleynî şöyle der:


“Mufaddal,Ebu Abdillah’ın yanındayken ona şöyle der: “Canım sana fedâ


olsun.Bana söyler misin? Allah, kullarının bir insana itaat etmesini farz kıldığı


halde, o insana semâdan vahyin gelmesini engeller mi?


Ebu Abdillâh: “Hayır, Allah kullarının bir insana itaat etmesini emrettikten


sonra o insandan semânın haberini -vahyi- engellemekten kullarına daha


cömert, daha merhametli ve daha şefkâtlidir.”14


Bu rivâyetin gösterdiği anlam şudur:


Allah’ın, insanların hepsine Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’e itaat


etmelerini farz kıldığı gibi, şiâ imamlarına da mutlak olarak itaat etmelerini


farz kılmış olmasıdır.Buna göre şiâ imamlarına vahiy gelmekte,onlar sabahakşam


gökten haber almaktadırlar. Böylelikle şiâ imamları, nebî ve rasûldürler


veya aynen onlar gibidirler.Onlardan hiçbir farkları yoktur.


Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sonra peygamber olduğuna ve ona


vahiy geldiğine inanmak, İslâm’dan dönmek olup müslümanların oybirliğiyle


küfürdür.İnancıyla iftihar eden bir şiâ mensubu nasıl olur da kendisine iftirâ


eden ve İslâm’dan uzak bir şekilde kâfir olarak yaşamayı zorunlu kılan bir


inanca inanır. Onun amacı bu bâtıl inanca inanmak değildir.Çünkü şiâ mensubu


bir kimse, îmân edip müslüman olmak ve müslümanlardan olmaktan başka bir


şeyi düşünemez.


14 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 229


24


Peygamberin Evinde Bir Gün


Allah'ım! Bu insanları senden koparan ve senin yolundan saptıran kâtil elleri


kes!


İkinci rivâyette Küleynî şöyle der :


“Muhammed b.Sâlim’den rivâyet olunduğuna göre o şöyle der: Ebu Abdillahaleyhisselâm-’


ı şöyle derken işittim:“İmamlar, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi


ve sellem-’in konumundadırlar.Ancak onlar, peygamber değillerdir.Yine


Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e helâl olan dörtten fazla kadınla


evlenmek onlara helâl değildir.Bunun dışındaki konularda onlar,Rasûlullahsallallahu


aleyhi ve sellem-’in konumundadırlar.”15


Bu rivâyet, görünüşte bazı çelişkilerle dolu olmasına rağmen birinci rivâyetteki


gibi, imamların masum olduklarını, onlara itaat etmenin gerekliliğini ve onlara


vahiy indiğini onaylamaktadır.Çünkü “İmamlar, -dörtten fazla kadınla evlenmek


dışında-, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumdadırlar” sözü,


onlara vahiy geldiği, onların masum oldukları, onlara itaat etmenin farz olduğu


ve Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e verilen her türlü kemâliyet ve


özelliklerin onlara da verildiğini açıkça göstermektedir.


Ey Şiâ Mensubu!


Bu iftirâ ve süslü yalanın altında yatan gerçek hedef şudur:


İslâmı ve müslümanları yok etmek, şiâyı İslâm ve müslümanlardan


ayırmaktır.Çünkü şiânın yanında, -güya- müslümanlardaki Kur’an-ı


Kerîm ve Sünneti Nebevîye’den daha üstün olan ve bu ikisine ihtiyaç


duymayacakları Fâtıma mushafı,Cefr,Câmia, geçmiş peygamberlerin


ilimleri ve masum imamlara inen vahiy vardır.O imamlar ki dörtten fazla


kadınla evlenmek dışında Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı


konumdadırlar.Ayrıca bunun dışında, bu inanca sâhip olan şiâyı İslâm’dan


soyutlayan ve hamura düşen kılın hamurdan kolayca ayıklandığı gibi


onları müslümanlardan ayıklayan daha nice sebepler de vardır.


İslâm adına İslâm ümmetinden kıymetli bir parçasını koparıp, birçok


insanı ehli beyte yardım adına ehli beytin yolundan uzaklaştıran şerli


ruhlara Allah lânet etsin.


15 el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 270


25


Abdulmelik el-Kasim


YEDİNCİ GERÇEK


Ehli beyt ile birlikte Selman, Ammâr ve Bilâl gibi pek az sayıda sahabenin


dışında, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ölümünden sonra ashâbının


dînden dönerek kâfir oldukları inancı (!):


Şiânın ileri gelen fakih ve âlimleri neredeyse bu konuda ittifak etmişlerdir.


Çünkü bu konuda yazdıkları eserleri böyle söylemekte ve kitapları açıkça


bunu dile getirmektedir.İnançları gereği farz olan takiyye dışında çoğunlukla


bunu îlân etmeyen hiç kimse yoktur.


Bu gerçeği pekiştirmek amacıyla şu delîlleri sunuyoruz: “Ravdatu’l-Kâfî ”


adlı kitabın da yazarı olan Küleynî, bu kitabın 202. sayfasında şöyle diyor:


“Hanan’dan, O babasından, O da Ebu Câfer’den rivâyet ettiğine göre, Ebu


Câfer şöyle der: “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra


üç kişi -Mikdâd, Selmân ve Ebu Zer- dışında insanlar dînden döndüler.”


“es-Sâfî ” adlı tefsir kitabında -ki bu kitap, şiânın en meşhûr ve en kıymetli


tefsîr kitaplarından olup en çok itibâr edilen bir eserdir- bu konuda pek çok


rivâyet zikredilmiş, bu rivâyetlerin çoğu da bu inancı yani “Ehli beyt ile


birlikte Selman, Ammâr ve Bilâl-Allah onlardan râzı olsun- gibi pek az sayıda


sahabenin dışında, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ölümünden sonra


ashâbının dînden dönerek kâfir oldukları inancını” teyid etmektedir.


Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in-Allah her ikisinden de râzı olsun- şiâ kitaplarında,


şiânın onları tekfir etmeleri konusunda sayılamayacak kadar pek çok rivâyetler


vardır.


İşte bunlardan birisinde Küleynî adı geçen kitabının 20. sayfasında şöyle diyor:


“Ebu Câfer’e, Ebubekir ve Ömer hakkında sordum. Ebu Câfer: Tevbe etmeden


ve mü’minlerin emîri Ali’ye yaptıklarını hatırlamadan dünyadan ayrıldılar.


Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üzerine olsun, dedi!!”


26


Peygamberin Evinde Bir Gün


Aynı kitabın 107. sayfasında şöyle rivâyet etmektedir:


“Ebu Câfer:Bana, Ebubekir ve Ömer’i mi soruyorsun? Yemîn ederim ki


Ebubekir ve Ömer münâfık oldular, Allah’ın kelâmına karşı çıktılar ve


Rasûlullah ile alay ettiler.Bu sebeple onlar, kâfirdirler.Allah’ın, meleklerin ve


insanların hepsinin lâneti onların üzerine olsun.”!!!


Ey Şiâ Mensubu!


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbına kâfir olup dînden


döndüler demek hiç akıl kârı mıdır ?


Onlar ki Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in havârileri,dîninin


yardımcıları ve O’nun şeriatını omuzlarında taşıyan kimselerdir.


Onlar ki Allah Teâlâ’nın Kur’anda kendilerinden râzı olduğunu


belirttiği, peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in


lisânıyla da onları cennetle müjdelediği, dînini onlarla koruduğu,


müslümanları onlarla güçlü kıldığı ve kıyâmete kadar dünyada


isimlerinin kalıcı olmasını sağladığı kimselerdir.


Ey Şiâ Mensubu!


Rabbine yemîn ederek bana söyler misin?


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbını tekfîr edip onlara


lânet okumak ve onlardan uzaklaşmanın bir hedef ve gâyesi yok


mudur ?


Tabiî ki vardır Ey Şiâ Mensubu!


Öyle bir hedefi var ki hem de ne hedef! Yine öyle bir gâyesi var ki


hem de ne gâye!!!


Allah’a yemin ederim ki bu hedef ve gâye şudur:


Yahûdîlik, mecûsîlik ve diğer her türlü şirk ve putperestliğin düşmanı olan


İslâm dînini ortadan kaldırma hedef ve gâyesidir!!!


27


Abdulmelik el-Kasim


İşte bu, İslâm’ın temelini ortadan kaldırdığı, tahtını yerle bir edip kalıntılarını


ortadan kaldırdığı, Allah Teâlâ’nın izniyle de sonsuza dek öyle kalacak olan,


mecûsî Kisra devletini yeniden kurma hedef ve gâyesidir.


Müslümanların ikinci halîfesi Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun- mecûsi bir


genç tarafından öldürülmesi, sana cevap olarak yetmez mi?


Fitne bayrağını üçüncü halîfe Hz. Osman’ın-Allah ondan râzı olsun- aleyhine


açarak, onun bu yolda kurban gitmesine ve müslümanların diyârında ilk defa


fitne ve şerrin yayılmasına sebep olan Yahûdi asıllı Abdullâh b. Sebe değil


midir?


Bu uğursuz fitneden, şiâ şeytanı tâ o zaman doğmuş, velâyet ve imâmet


adlı bidat bayraklarını İslâm ve müslümanların üzerinde birer kılıç gibi


kullanmışlardır.


Onlar velâyete çağırmakla, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbını


tekfîr edip onları lânetlemişler, onlardan râzı olan ve “Allah onlardan râzı


olsun” diyen müslümanları da lânetleyip tekfîr etmişlerdir. İmâmet adlı


bidat ile İslâm hilâfetinin aleyhine her türlü hile ve desîseler düzenlenerek


müslümanlar arasında helâk edici savaşlar alevlendirilmiş, müslümanların


kanları akıtılmış, binâlar yıkılmış, İslâm ve müslümanlar paramparça bir hayat


yaşamışlar,diğer düşmanlarına düşmanlık besledikleri gibi müslümanlara da


düşmanlık beslemişler, kâfir olan hasımlarına hasımlık yaptıkları gibi İslâma


mensup olan herkese de hasımlık yapmışlardır.


Ey Şiâ Mensubu!


Yukarıda zikrettiğimiz esâsa göre şiâ, bu inancı yerleştirmiş ve bir


mezhep edinmiştir.Böylece İslâm dîninden ayrı, esâsları, prensipleri,


kitabı, sünneti, ilmi ve bilgisi olan müstakil bir dîn haline gelmiştir.


Bu söylediklerimizi doğrulayan şeyler bu kitapçıkta daha önce


zikredilmişti. Şiânın, velâyet adıyla müslümanları parçalamak,


onlar arasında fitne ve şer tohumları ekmek ve müslümanlara


düşmanlık beslediğine dâir art niyetin veya kötü bir amacın olmasa


dahi bu anlattıklarımıza tekrar bakıp iyice düşünmelisin.


28


Peygamberin Evinde Bir Gün


“Müslümanlar” denilmesine en lâyık olan ehli sünnet müslümanlarından


Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytinden hoşlanmayan hiç


birisini bulamazsınız.


O halde, şiâ topluluğu daha -önce de belirttiğimiz gibi- müslümanlara


düşmanlık besleyerek bilakis onları tekfîr edip lânetlemekle, niçin sadece


kendisinin velâyet hakkına sahip olduğunu iddiâ ederek onu kendisine hedef


ve gâye edinmektedir ?


İmâmet olayı da alay etmek ve abesle iştiğal değil midir?


Öyle ki İslâm dîni, müslümanlara kendilerini Allah’ın şeriatı ve peygamberinin


sünnetine göre yönetecek kimseyi seçme emrini verdiği, müslümanların


da devlet başkanlığı yapabilecek, kendilerini yönetmeye lâyık ve yeterli


gördükleri kimseyi seçtikleri halde,şiâ buna “hayır, devlet başkanlığı yapacak


kimsenin, vasîyet edilen ve bizzat adı belirtilen, masum ve kendisine vahiy


gelen bir kimse olması gerekir” demektedir.


Müslümanlar böyle bir devlet başkanını ne zaman bulacaklar acaba ?


Bu sebeple mi şiâ müslümanlara lânet edip onlara düşmanlık besleyip onlardan


ayrılmaktadır ?


O halde Ey şiâ mensubu!


“Velâyet” ve “İmâmet” akîdesi, müslümanları saptırmak ve


aldatmaktan başka bir şey değildir.


Bundan da amaç şudur:


İslâm dînini yıkmak ve müslümanları parçalamaktır. O halde, kendini


bu bâtıl inanç, yıkıcı ve karanlık mezhepten kurtararak onlardan


uzaklaşmaz mısın?


29


Abdulmelik el-Kasim


Ey Şiâ Mensubu!


Bilmen gerekir ki sen, kendi nefsini ve âileni kurtarmakla sorumlusun.O


halde öncelikle onları Allah Teâlâ’nın azabından kurtarmaya çalış ve


bilmen gerekir ki bu, ancak doğru îmân ve sâlih amelle gerçekleşir.


Doğru îmân, sâlih amel gibidir.Doğru îmân ile sâlih ameli de ancak


Allah’ın kitabında ve Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-


’in sünnetinde bulabilirsin. Sen, ehli sünnet vel-cemaatin sahasına


kaçıp sığınmadıkça ve karanlık şiâ mezhebinin hapsinde bulunduğun


sürece doğru îmân ve sâlih ameli elde edemezsin.Müslümanları


saptırmak ve ifsad etmek için şiâ mezhebine çağıranların tersine, her


türlü bâtıl te’vilden uzak, doğru îmân ve sâlih ameli, ancak Allah’ın


kitabında bulursun.


Yine, peygamberin sahîh sünnetini, yalandan ve şiâ mezhebine


çağıranlardan uzak bulacaksın.Doğru îmânla sağlam İslâm akîdesini


ancak bu şekilde kazanabilirsin.Bu da ancak Allah’ın kullarına


vâdettiği cenneti kazanıp kurtuluşa ermeleri için meşrû kıldığı,


kullarının nefislerini temize çıkardığı sâlih amelle olur.


Ey Şiâ Mensubu!


Allah’ın kitabı ile Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-


’in sünnetinin geniş sahasına hicret et. Zirâ orada güç ve kuvvetine


kavuşarak rahatlıkla dolaşabileceğin çok yer ve bol rızık bulursun.


Son olarak, sende veya başka birisinde olan bir şeyi elde etmek veyahut senden


veya herhangi birisinden korktuğum için bu nasihati takdim etmediğimi


bilmelisin.


Allah’a yemîn ederim ki hayır, bunun için yapmadım. Bunu, sadece İslâm


kardeşliği ve Allah rızâsı için,kitabı için,rasûlü için,müslüman yöneticilerle


avam tabakasına nasihat etmek için yaptım.


Sana bu nasihati takdim etmeme neden olan şey, işte budur.


Allah Teâlâ’dan,kalbini bu nasihata açmasını ve onunla seni dünya ve âhiret



Son G?nderiler

MÜSLÜMAN BİR VAZİDEN ...

MÜSLÜMAN BİR VAZİDEN HIRİSTİYAN BİR KİŞİYE MESAJ

ALTI GÜN ŞEVAL orucun ...

ALTI GÜN ŞEVAL orucunun fazileti

HİZİPÇİLİK VE ALLAH’A ...

HİZİPÇİLİK VE ALLAH’A DAVETTE OLUMSUZ ETKİLERİ...

KURAN-I KERİM'DEN FAY ...

KURAN-I KERİM'DEN FAYDALANMANIN ŞARTLARI